Translate

2 Kasım 2013 Cumartesi

Tüm Doğu Karadeniz ve Batum


13 Ekim Pazar, Trabzon - Artvin: 
Beklenen Pazar günü gelip de henüz hava aydınlanmadan havaalanına vardığımda, korktuğum kalabalık yoktu. Geçen bayram kalabalık yüzünden uçağa ucu ucuna yetişmiştim. Bu bayramda içeri giriş ve checkin toplam 10 dakika sürdü. Kusursuz bir uçuşun ardından Trabzon kapalı bir havayla beni karşıladı. Havaalanında Bukla tur ararken, logosu Bukla'ya çok benzer başka bir turizm şirketinin bankosundaki insanlar tur nerede toplanacak, tüm Doğu Karadeniz ve Batum turu yok mu hani gibi sorularıma anlamsız bakışlarla karşılık verdiler. Kafamı bir kaldırdım ki bambaşka bir dünyadalar abiler.

Havaalanın dışında oturup telefon beklemeye başladım. 10 dakika sonra telefonum çaldı ve telefonun ucundaki ses Yalçın'dı.

Grupla buluşup diğer insanların da gelmesini bekledik ve daha sonra gelecek olan iki kişiyi daha sonra almak üzere yola çıktık. Henüz kimse birbirini tanımıyordu ve herkes sessiz sakindi. Kimse önümüzdeki günlerde oluşacak uyumu tahmin etmiyordu.

İki eksiğimizle beraber camiye dönüştürülen Ayasofya Kilisesini ziyaret ettik. Kilisenin içinde ve dışında fotoğraflar çekip hemen yanıbaşında bulunan çay bahçesinde hafif bir kahvaltı yaptık. 

Sonrasında tekrar havaalanına gidip Ankara ve İzmir'den gelecek olan arkadaşlarımızı beklemeye başladık. Ankara'dan gelecek olan arkadaş hemen geldi, fakat İzmir'liyi yaklaşık bir saat daha bekledik. Beklenen arz-ı endamla birlikte grup tamamlanmış oldu. Hedefimiz Sümela Manastırı idi.

Yoldan bize Sümela'yı anlatacak rehberimizi de aldıktan sonra Maçka üzerinden manastıra doğru yollandık. Yolda bir noktada durup manastırı uzaktan fotoğraflama şansımız oldu. Bu nokta, daha önceden hep manastırın fotoğraflarını ve videolarını gördüğüm nokta idi. Görünce işte burasıymış dedim. 


Manastırı ziyaret edip içini detaylıca gezip dinledikten sonra karınlar feci acıkmıştı. Soluğu meşhur Nihat Usta'da aldık ve çorba, Akçaabat köftesi ve laz böreğinden oluşan menümüzü 5 dakika içinde tükettik. Daha ilk günden mutfak konusundaki büyük vaatlerini yerine getireceğini belli etmişti Karadeniz.

Yemekten sonra yola çıktık ve yaklaşık 3 saat süren bir yolculuk sonrası Artvin - Hopa'daki otelimize vardık. Otel iyi güzeldi fakat benim odamda duşta bir sorun vardı, tüm suyu banyoya tahliye ediyordu. 2 gün toplam 4-5 kez söylememe rağmen yapmadılar. Sağlık olsun. Ben de onları janjanlı oda anahtarımı teslim etmeyi unutarak cezalandırdım.

14 Ekim Pazartesi, Artvin:
Sabah kahvaltısının ardından yola koyulduk. Hopa'dan çıkıp, Cankurtaran geçici - Borçka üzerinden Karagöl'e ulaştık. Karagöl, ziyaret ettiğimiz yerler arasındaki en güzel yerlerden biriydi. Gölün etrafını yaklaşık 1,5 saatlik bir yürüyüşle dolaşıp başladığımız yere vardık. Herhalde en çok fotoğraf çekilen yerlerden biri burası oldu. Gerçekten buranın her yeri daha bir tablo.


Karagöl'den sonra Camili köyüne vardık. Köyü ve camiyi gezdikten sonraki durağımızsa Maral Şelalesiydi. Muazzam büyüklükteki şelaleyi hem yukardan hem de dimdik patikadan dibine kadar inerek altından fotoğrafladık. Heybetli şelalenin dibinde fotoğraf çekmek sıçrayan sular yüzünden çok zordu. 


Karınlar feci acıkmıştı fakat bizi öyle güzel bir ödül bekliyordu ki... Sevda Abla'nın mekanına konuk olduk ve sıcacık ev ortamında, muazzam manzaraya baka baka, enfes yemekleri lüplettik. Ardından da ister manzaraya bakarak köpeklerle boğuşup, isterse içerde sobanın karşısında çaylarımızı içtik. Grup artık iyice samimileşip kaynama noktasına ulaşmıştı. Sevda Abla'nın misafirperverliğiyse çok ciddi boyutlardaydı. Evde olmadığım kadar rahat oldum şahsen, keza grup da öyleydi.

Hopa'ya geri dönüş yolumuzda ise karşımıza çıkan sis ve kar bizi korkutmuştu ancak Necip abi için bu yollar çocuk oyuncağıydı. Bizse bunu daha sonra anlayacaktık. Hopa'ya vardıktan sonra ise geceyi keyifli bir sofra ve muhabbet ile sürdürüp, ardından da banyonun içine akan  (sonradan öğrendim ki bunu yaşayan tek ben değilmişim) duşla noktalardım.

15 Ekim Salı, Batum - Ayder:
Bugün Batum günü. Aynı zamanda bayramın birinci günü. Sabah kahvaltısının ardından bavullarımızı toplayıp lobiye bıraktık ve Gürcistan'a doğru yola çıktık. Yolda herkes sevdikleriyle bayramlaştı. Bense sırf artizlik olsun diye Gürcistan'a geçtikten sonra manuel olarak Türkiye operatörünü seçip öyle bayramlaştım. 

Gürcistan'a geçerken nüfus kağıdından başka bir şeye ihtiyaç yok. Fakat nüfus kağıdının temiz olması gerekiyor. Yırtıklık, solukluk veya leke varsa problem çıkabiliyor. Bir arkadaşımız sadece bu yüzden girerken oldukça zorlandı. Fakat Yalçın'ın da yardımlarıyla yaklaşık 45 dakika sonra Gürcistan'a geçebildiler.

Burada bizi Gürcü rehberimiz İamze karşıladı. Batum'la ilgili detayları dinleye dinleye botanik parkına ulaştık. Burada çok çeşitli ağaçları ve envai yeşilliği gördükten sonra sahil yolundan Batum şehir merkezine ulaştık. Yemek için gittiğimiz ahşap restoranda bizi geleneksel Gürcü dansından oluşan kısa bir şovla karşıladılar. Yemekleri ve şarabı enfes olan bu restorandan çıktıktan sonra şehir merkezinde yürüyerek Batum sokaklarını gezmeye başladık. 


Kiliseler, muhteşem tiyatro binası, şık oteller, ters duran restoran, altın post heykeli ve park gibi yerleri görüp, alışveriş yaptık. Hava pırıl pırıl ve sıcaktı. Batum da günbatımını izlemek için harika bir yer. Muazzam kareler vere vere uğurladı bizi Türkiye'ye.

Sınırdan geçtik ve Ayder'deki otelimize uzun bir yolculuk sonunda ulaştık. Odalara yerleşmenin hemen ardından yemek saati gelmişti. Oberj'deki ortam ev gibi. Yemeğe katlara çıkılıp seslenilerek çağırılıyor insanlar. Enfes yemekler ve tatil boyunca yiyeceğim en güzel laz böreğini (Zeki Usta'nın hünerli ellerinden) yedikten sonra kapının önündeki çardakta içkilerimizi yudumlamaya başladık. Çok keyifli bu gecenin sonunda odama duşun hayaliyle döndüm fakat daha odama girerken otelde komşu odalar arasında sesten ötürü bir takım huzursuzluklar olduğunu farkedip duş fikrimden vazgeçip hemen yatağa girdim.

16 Ekim Çarşamba, Ayder:
Sabah kahvaltımızın ardından kumanyalarımızı hazırlayıp yola çıktık. Bugünkü rotamız Avusor'du. İsmi çok karizmatik olan bu yaylaya araçla gidip göle yürüyerek devam ettik. 2 saatin üzerinde süren ve grubumuzdaki birkaç kişiyi zorlayan bu yolun sonunda bizi muazzam bir manzara karşıladı. Bu göl, turda gördüğüm en güzel manzaralardan biriydi. Necip abi de tabi ki aracı bırakıp bizden önce ulaşmıştı bile göl kenarına. Gölün büyük kısmı donmuştu, üzerinde yürüme ve yoga yapma imkanımız oldu. Biz ful ekipman olmamıza rağmen birkaç zaiyatla göle çıktık, dinlenip yemeklerimizi yerken; kot, gömlek ve kösele ayakabı gibi günlük kıyafet giymiş yerel trekçiler geldiler ve gölün üzerinde kırdıkları bir buz kütlesiyle maç yaptılar. Resmen bizimle dalga geçer gibiydiler. Dönüş yolunda da biz karların içinde bayır aşağı yardırmaya çalışırken abiler yanımızdan uçarcasına geçtiler. Hiç ekipmansız, sanki normal yolda yürüyor gibiydiler. Hedefimize vardığımızda ise çoktan varmış olan bu abiler tarafından karşılandık.


Dönüşte bir kısmımız otele 1-2 saatlik bir mesafe kala araçtan atlayıp Oberj'e ormanın içinden yürüyerek ulaştık. Otele vardığımızda da kendimi 2 gündür özlemini çektiğim duşa atıverdim. 

Akşam yemek sonrası avluda tulum eşliğinde horon oynadık. Ben bile katıldım ve öğrenmeye çalıştım. Horon sonrası her zamanki gibi çardağımızda demlenip muhabbet edip huzur dolu uykumuza daldık.

17 Ekim Perşembe, Ayder:
Bugünkü hedeflerimiz sayıca biraz fazla. Kahvaltıdan sonra yola çıkıp Fırtına Vadisi üzerinden önce  Palovit şelalesini ziyaret ettik. Araçla şelalenin dibine kadar girebildik. 


Şelale sonrası durağımız Zil Kale idi. Çok güzel bir konumda bulunan bu kaleden çok hoş fotoğraflar çekilebiliyor. Kaleden sonra da karşı tepede bulunan konakları ziyaret ettik ve bir tanesinin içine girebildik. Bu konakların manzaraları da gerçekten çok iyiydi. 


Konaklardan sonra Sevdaluk dizisi için restore olan Çinçiva köyündeki kahvede dereye nazır çaylarımızı içtik. Ardından yine yakınlarda olan Sini Cafe'de Filiz ablanın ellerinden çok lezzetli yöresel öğle yemeğimizi yedik ve bir sonraki aktivite için hazırdık: rafting ve zipline.

Rafting için araçla daha yüksek bir yere çıktık ve bıraktık kendimizi buz gibi sulara. Tabi ıslana ıslana bata çıka parkurun bitimine ulaştığımızda tir tir titriyorduk. Buna grubumuzdaki kızların yedek çamaşır getirmeyi unutmaları da eklenince, yapılacak tek bir şey vardı: Çamlıhemşin'den yöresel etek satın almak! Kızlar bu eteklerle çok şık oldular :)

Ayder'e geri dönünce ise hemen kendimizi sıcak duşa attık. Yemekten sonra ise Ayder'deki artık turistik bir caddeye dönüşmüş olan yoldan aşağı doğru hediyelikçilere baka baka indik. Biz dükkanlara bakarken, ilerden birinin bize seslendiğini gördük, bir baktık ki Necip abi bizi çağırıyor. Bu çağrıya kulak verdik ve içerde bir kemençeci dayı, karşısında Yalçın, Hemşin Yaylaları'nı söylüyor. Biz de hemen katıldık tabi. 

18 Ekim Cuma, Ayder:


Bugünkü parkur zorlu. Ama bizim için değil, araç için :) Ayder'den Çinçiva'ya kadar Necip abiyle gidip orda komple unimog'a transfer olduk. Yalçın'la biz tabi ki aracın tepesindeki kasada gittik. Pokut - Sal yaylalarına varınca, yabanmersinlerini kopartıp yiyerek yaptığımız kısa bir yürüyüşle yemek yiyeceğimiz bölgeye ulaştık. Ahşap evlerle dolu bu iki yaylada elektrik kabloları bile yerin altında. Etrafı da ormanla çevrili. Dolayısıyla muhteşem kareler sunabiliyor. Biraz etrafta serseri mayın gibi dolaştıktan sonra mangal hazırlıkları başladı. Resmen ailecek pikniğe gitmişiz gibi. Herkes işin bir ucundan tuttu, salatalıklar domatesler doğrandı, mangal yakıldı, sucuklar tavuklar pişirildi, patatesler biberler közlendi ve hepsi bir güzel mideye indirildi. Ardından sıra Yalçın'ın büyük sürpriz tatlısına gelmişti. Alüminyum folyonun içine bir kutu helva dağınık vaziyette boşaltılır, üzerine muzlar ince dilimler şeklinde doğranır ve en üstüne de şokella dökülür ve zarf gibi kapatılır. Ardından mangala verilir ve müthiş bir lezzet elde edilir. Bu leziz tatlıyı da mideye indirdikten sonra Pokut Yaylası'nın etrafında 2 saatlik bir yürüyüş yapmak gibi bir maceraya giriştik. Parkur çok kolay olmasına rağmen bizi yordu çünkü yemeğin hemen ardından yürüyüşe geçmiştik. Unimog'a ulaşıp atladık (tabi ki ben ve Rasim kasada) ve tekrar Çinçiva'ya geri döndük. Kahvede tekrar çaylarımızı içip Oberj'e geçtik. Yolda bir gün erken dönecek olan Mehmet Ali'yle Filiz'i Havaş'a transfer ederken ayrılığın ufak bir demosunu yaşadık. 


Duş ve yemekten sonra çardakta biraz demlendikten sonra Ayder'in aşağısında başka bir mekana gidip eğlenmeye orada devam ettik. Sahnede söylenen şarkılara eşlik ettik, horona katıldık, yan masalarla atıştık, yani çok keyifli son bir akşam geçirdik.

19 Ekim Çarşamba, Ayder - Rize - Trabzon - İstanbul
Bugün son gün. Karadeniz bile bu muhteşem grubun burada son günü olduğunu anlamış ki hüngür hüngür ağlıyor. 

Yağmur dolayısıyla Rize Botanik'i gezmekten vazgeçip Rize bezi fabrikasını gezdik. Uzungöl'e yakın İnan Kardeşler'de yedik ve şömine kenarında çaylarımızı içtik. Herkesin içinde bir mutsuzluk, suratlarda hüzün vardı.

Sonra uyuya uyuya Trabzon'a geçip Boztepe'e çıktık. Boztepe'de bir çay bahçesinde çay içtik. Öyle bir tesisti ki ön tarafında deniz manzarası, arka tarafında orman manzarası. Ama iki taraf da tablo gibi, fakat son derece gerçek. İşte böyle bir yer karadeniz.

Boztepe sonrası durak havaalanıydı. Dönüş bileti bir gün sonra olan Aslı dışında hepimiz havaalanında indik. Yağmur altında ayrılış nispeten kolay oldu, buğulu gözlerimiz yağmurda pek belli olmuyordu.

Rüya gibi olan bu turu böyle sonlandırdık. Bu turda bir aile gibi hissetmemizi sağlayan diğer tur arkadaşlarıma, Necip abi'ye ve Yalçın'a çok teşekkür ederim. Hayatımda yaptığım en güzel 3 tatilden biri bu oldu. Ve tabi ki Karadeniz. Anlatmakla bitmez, yaşamak lazım diyorum...

İyi ki yapmışım.

Karadeniz Notları:
  • Oberj'deki odamın penceresinde bir örümcek ağı vardı. Adeta bir sanat harikasıydı. Ama onunla uyuyamazdım. Dolayısıyla ağı toplayıp yattım. Ertesi sabah ağ aynen duruyordu. O akşam bozdum, gene yaptı. Gene bozdum, gene yaptı. Gidene kadar, her akşam bozdum, her sabah yaptı. Ve muhtemelen geceleri odadaki diğer  yatakta yatıyordu.
  • Oberj çok acayip bir tesis. Anlatılmaz yaşanır :)
  • Rize bezi fabrikasındaki görevli kız Laz şivesiyle İngilizce konuşuyordu. I could give you this diyecek I kud cive yu cyis dedi.
  • Yıllardır canlı ve yerinde dinlemenin özlemini çektiğim Karadeniz müziklerine kavuşmak beni benden aldı. 
  • Karadeniz'deki samimi tabelalardan bazıları:
    • Tost bulunur, kalmamış da olabilir.
    • Köpek bozuk olabilir gelirken ıslık çal.
    • Çalışma var dolayısıyla özür dileriz.
    • ... tesisleri 100 metre geride.

Karadeniz sen nasıl bir büyülü bir rüyasın ya? Kimle konuşursam bakıyorum aynı etkiyi yapmışsın üzerinde. Üstelik sadece biz değil, daha önce seni ziyaret edenler üzerinde de aynı etki hala var... Benden silinir mi?