Translate

1 Nisan 2014 Salı

Macera Dolu Amerika 2014

Yıllar evvel yaptığım bir California - Nevada motosiklet turunda çektiğimiz bir fotoğrafın instagramda yer almasının, beni bu sene Las Vegas'ta düzenlenen SharePoint Conference 2014'e göndereceği aklımın ucundan bile geçmezdi.

1 Mart Cumartesi:
Güzel bir Cumartesi sabahı. Yogamı da yaptım, uçuşa hazırım. Havaalanında yine sorunsuz ve hızlıca tüm işleri halledip kapıya kadar geldim. İlk defa bu kadar büyük bir yurtdışı uçuşuna körükle değil de otobüsle taşınıp uçağa yerden bindim. Hemen gidip yerimi buldum. Uçak kalkana kadar yanıma da kimse oturmadı. Süper. 3 koltuk da bana ait, rahat bir yolculuk olacak.

Diye hayal ederken yanımda Iraklı bir teyze belirdi, filmimin ortasından girip yanımdaki koltuklara yavşamaya başladı. Yok ameliyat oldum yok sabit oturamıyorum uzun süre falan. Ne dediği de tam anlaşılmıyor, dedim iyi otur hadi. Kendi koltuğunun niye suyu çıkmış anlamadım. Kendi yanaştı sonra bir de kardeşini getirdi o da oturdu (ikisi de büyük insanlar), bizim 3 koltuk da doldu. Yani anlamadığım şey şu zaten bunlar abla kardeş, yanana oturuyorlar (sonuçta cam kenarı - koridor gibi bir dertleri yok), niye kendi yerlerinde yan yana oturmuyorlar da benim yanımda yan yana oturuyorlar? Üstelik bana yerimde sabit duramıyorum diyen kadın 12 saat hiç yerinden kalkmadı. Hiç.

Neyse. Bir de çaprazımda 8-10 tane abinin olduğu bir bölge vardı. Neredeyse tüm uçuş boyunca car car konuştular ve bir rahat durmadılar. Zaten uçakta uyuyamayan biriyim, iyice çirkinleştirdiler yolculuğu. İyi ki bir süre sonra uyudular da rahat ettik.

Filmler izleye izleye Los Angeles'a kadar geldik. Uçak tam inecek, vazgeçti inmekten ve bir yarım saat sekiz çizdik havada. Sanırım havaalanı uygun değildi. İndikten sonra konferansa gelmiş diğer Türk arkadaşları da gördüm gerek bavul beklerken gerek pasaporttan geçerken. Havaalanından çıkarken 50 yerde sorgulanıp açık havaya kendimi attım.

Dışarıda bir yarım saat FlyAway'i bekledikten sonra önce FlyAway'le Union Station'a, oradan da metroyla Koreantown'a ulaştım. Metro istasyonundan 20 dakika otelime yürüdüm ve artık vücudumda derman kalmamıştı, kendimi odaya attığım gibi uyuyakaldım. Birkaç saat sonra zar zor uyandım, kazınan midemi doyurmak için vurdum kendimi sokağa. Metro durağının oradaki Denny's'e gitme niyetiyle çıktım oradan da Beer Belly'ye gidip iki kadeh bir şey içerim diye düşünüyordum ama az ilerideki McDonald's'a kadar zor gidebildim, hemen yemeğimi yiyip gelip otele uykuya devam ettim. Yazarken bile o anı hatırladıkça devrilesim geliyor koltuklara.

2 Mart Pazar:
Bugün Vegas yolculuğu günü. Sabah kalkıp dün gidemediğim Denny's'e gidip kahvaltımı yaptım. Dönüşte CVS ve Ralphs'i biraz kolaçan edip otele geri döndüm. Ailemle bir facetime yapıp, zaten çok dağılmamış bavulu toplayıp çıktım otelden, Luxxpress'in kalkacağı yere gittim. Luxxpress hiç de söz verildiği gibi VIP değil, gayet okul servisi mantığıyla çalışan bir araç. 4-5 saat içinde bizi Las Vegas'a ulaştırdı. Yolun büyük kısmında uyudum. Gözümü bir açtım Luxor karşımda. Anılarım canlandı birden. Luxxpress'in bıraktığı yerden taksiye binip Hard Rock Hotel'e vardım. Bu akşamki program yoğundu. Otele bavulları atıp önce Cirque du Soleil'den Zarkana'yı izleyeceğim Aria'ya gittim biletimi aldım, oradan konferansın olacağı Venetian'a koşup konferans kaydımı yaptırdım (son kişi olarak - ben yaptım, bugünün kayıtlarını kapattılar) sonra tekrar koşup Aria'ya, şova yetiştim. Çok iyi bir şovdu Zarkana ama parasının hakkını verecek kadar harika muazzam bir şey olduğunu söyleyemeyeceğim. Yine de daha sonra izlediğim Ka'dan daha iyiydi. Tekrar odaya döndüğümde duş alamayacak kadar yorgundum, KISS posterli odamdaki kocaman yatağa girip (girmesi çok zor ve zahmetli) uykuya bıraktım kendimi.

3 Mart Pazartesi:
Bugün konferansın ilk günü. +31'li spam numaranın aramasıyla sabahın 4'ünde zıpladım ve bir daha da uyuyamadım. Böyle durumda yapılabilecek en iyi şeyi yaptım ve doğmakta olan güneşi doğana kadar selamladım. Amerika'da yaptığım ilk yoga da bu oldu. Sonrasında iş maillerime bir bakıp odadan çıktım. Venetian'a ulaşınca daha kapıdan girince organizasyonun ne kadar görkemli olacağı belli olmuştu. Kahvaltıyı hızlıca yapıp keynote için önlerden yer bulmak hevesiyle salona koştum fakat tek akıllı ben değildim tabi. Yine de önlere doğru bir yerden yer bulabildim. Keynote her zaman olduğu gibi çok etkileyiciydi, bu senenin açılış konuşmasını Bill Clinton yaptı. Clinton Foundation'ı ve teknolojiyle olan ilişkilerini anlattı. Keynote'un devamı da çok iyiydi, fakat biraz fazla uzadı. Onun yüzünden diğer session'larda biraz kayma yaşandı. Öğleden sonraki session'lar özellikle çok iyiydi. Bu günlük program bitip otele döndüğümde midemin beklediğim gibi bozulduğunu fark ettim.

Akşam Las Vegas'taki önde gelen yoga merkezlerinden biri olan Barefoot Sanctuary'de Craig Hobbs'la Handstand for Beginners dersine girdim. Çok keyifli bir dersti. Craig de çok eğlenceli ve sıcak bir insan. Derste benden başka, hayatında ilk kez handstand yapmak için gelmiş bir kız daha (Rose) vardı. Ders çok keyifli geçti, ders sonrası yaptığımız üç kişilik acroyoga ise keyfimize keyif kattı. Rose'un çekip bana gönderdiğini iddia ettiği fotoğraflar hala bana ulaşmadı.

Yoga sonrası ise Barefoot Sanctuary'nin de içinde olduğu Whole Foods Market'ten hazır yemek ve sonradan tadını hiç beğenmediğim hindistan cevizi suyu alıp otelime döndüm. Las Vegas'a gelmişsin, yardırsana akşamları dediğinizi duyar gibiyim ama programlar o kadar yoğun oluyor ki ne kafa ne de vücut kalıyor akşamları. Yorgunluktan yine yemeği zor tüketip kendimi kocaman yatağa zor attım. 

4 Mart Salı:
Venetian'a gitmek için bindiğim Jamaika'lı taksicinin kredi kartı makinesi bozukmuş. Bütün yol boyunca bana bunu anlattı. Bugünkü oturumlardan sonra ise konferansa gelmiş diğer Türk arkadaşlarla Yammer üzerinden haberleşip buluştuk ve Neudesic'in sponsor olduğu Nascar partisi için yarış pistine gittik. Bizim için güzel bir parti organize etmişler. Güzel yemek ve içecekler, bir rock konseri, atariler ve en güzeli yarış pistinde gerçek yarış arabalarıyla sürüş deneyimi. Kase şeklinde pistte saatte 180km'nin üzerine çıkmak hoş bir deneyimdi. 

5 Mart Çarşamba:
Bugün oturumların arasında bir fırsatını yakalayıp New York New York'taki roller coaster'a binme şansımız oldu. Çok acayip bir şey değil fakat çok roller coaster tecrübem olmadığı için benim bindiklerim arasında en iyisiydi. Sonrasında da yakınlarda olan bir Best Buy'a gidip bana verilmiş olan birkaç siparişi satın aldım.
Öğleden sonraki oturumlardan sonra Wolf Theater'da, Frank Sinatra anısına yapılmakta olan bir anma şovuna gittim: Shades of Sinatra. Çok başarılı bir şovdu, keyifli bir gece yaşattılar izleyicilere. En sonunda ise otele dönüp Fu adlı uzakdoğu restoranında yemek yiyip Dragon isminde bir kokteyl içtim. Bunun adını özellikle yazıyorum çünkü kelimelerle anlatamayacağım güzellikte bir kokteyldi. Yolunuz düşerse mutlaka deneyin.

6 Mart Perşembe:
Bugünkü oturumların arasında Microsoft mağazasından biraz alışveriş yaptım ve fuar alanını ziyaret ettim. Bu sefer çok fazla her katılımcıyla ilgilenmedim ama bir tanesi çok ilgimi çekti. Bir stand yapmışlar, kocaman bir panoda birer santim arayla delikler var, her deliğin numarası var ve her numaraya girmesi gereken farklı renklerde çiviler var. Bu çivileri takınca da büyük bir resim ortaya çıkacak. Bir manken kız ve o markanın görevlisi iki kişi takmakla uğraşıyorlardı benim neymiş bu diye baktığımı görünce "gel bak çok rahatlatıcı bir aktivite" diye beni çektiler olaya. Gerçekten diğer oturum başlayana kadar çivi taktım ve baya terapi gibi geldi.

Oturumlar sonrasında ise strip'te geze geze otele geldim. Klasik olarak Hard Rock Cafe, Harley Davidson Cafe gibi mekanlara uğradım. Yemekten sonraysa Cirque du Soleil'in Ka adlı şovuna gittik. Beni çok etkilediğini söyleyemeyeceğim. Ama yine de güzeldi.

7 Mart Cuma:
Bugün Büyük Kanyon günü. Sabah önce bizi otelimizden küçük araçlarla alıp MGM'in garajında daha büyük bir otobüse teslim ettiler. Orada ufak bir kahvaltı da vardı. Arizona'yı da görmüş oldum bu gezi sayesinde. 4 saatin üzerinde çölün ortasından yer yer Route 66'dan yaptığımız yolculuk sonrasında kanyona ulaştık. Ciddi derecede büyüleyici bir yer. Uçsuz bucaksız bir boşluk, görsel bir şölenin yanı sıra çok farklı şeyler hissettirebiliyor. Örneğin evrende nasıl varlığımızın yokluğumuzun bir olduğunun minicik bir demosu. Büyülene büyülene kanyonu izleyerek 2 saatlik yürüyüş sonunda aracın bizi tekrar alacağı noktaya ulaştım. Yine uzun bir yolculuk sonrası otele döndüğümde ise yorgunluktan kılımı kıpırdatamayacak haldeydim. Cuma akşamı olduğu için Vegas hareketlenmişti. Bunu ilk olarak bizim otelin lobisindeki direklerin striptizci kızlarla dolu olduğunu görünce anladım.

8 Mart Cumartesi:
Bugün San Francisco'ya gidiş günü. Kalıp bavulu falan hazırladım ve oteldeki restoranlardan birinde hafif bir kahvaltı yaptım. Simla'dan bir haftadır haber alamamak beni endişelendiriyor fakat bugün için sözleşmiştik, herhalde beni bekliyor olurlar diye umuyorum. Checkout yapıp havaalanına gittiğimde daha bir sürü vaktim vardı. Bavul teslim etmek hiç bu kadar kolay olmamıştı. Zaten yerinizi bilet alırken seçiyorsunuz, sonra havaalanında bir banko var, oradan biniş kartınızı kendiniz yazdırıyorsunuz ve hemen o biniş kartını göstererek bavulu 15 saniyede teslim ediyorsunuz, bitti. Toplam süre 1 dakikanın altında. Böylece kuyruk falan da yok. Keşke bizde de böyle olsa. Uçağı beklerken birkaç bölüm Frasier izledim ve Virgin America'nın konforlu uçağında, o meşhur safety instructions filmini izleyip kısa bir uçuş sonrası San Francisco'ya ulaştım.
Air Train ve BART'ı keşfedip Simla'lara en yakın durakta indim ve yürüye yürüye Simla'lara ulaştım. Kapıyı çaldığımda Simla, kucağında birkaç aylık dünya tatlısı bebekleriyle bana gülümsüyordu. Argyris ve Simla'yı görmek ve bebekleriyle olan sevinçlerini paylaşmak benim için çok hoş bir tecrübeydi. Bana yeni evlerinin çatı katını tahsis etmişler, çok büyük ve güzel bir kattı, tam bir yoga stüdyosu gibi. Zaten baya bir yoga yaptım bu katta gidene kadar. Akşam yatana kadar sohbet muhabbet ettik, yemek yapıp yedik, çok keyifli ve yorucu bir gün oldu hem yolculuktan ötürü benim için hem de hiç susmayan Thomas Ege'cikten ötürü Simla ve Argyris için. Argyris'in arkadaşları Mike ve Ross'un gelmesiyle ortam iyice renklendi. 1 haftalık yalnızlığımdan sonra bu kadar keyifli insanla bir arada olmak gerçekten mutluluk vericiydi.

9 Mart Pazar:
 Bu sabah erken uyanıp Yoga Mayu'ya gidip Jody Hahn ile Vinyasa Flow dersine katıldım. Jody hem süper bir insan, hem de çok iyi bir eğitmen çıktı. Baya keyifli bir ders ve sohbet oldu. Yurtdışında girdiğim ikinci yoga dersinden sonra anladım ki, bu iş evrensel, nereye gidersen git, sağa sola bakmadan, hangi dil olduğu da fark etmez, hatta anlamadığım bir dil bile olabilir, çok rahat ve doğal akışında geçiyor ders.

Yoga sonrası eve geri geldiğimde, ev sakinleri yeni kalkıyorlardı. Hep beraber evden çıkıp brunch için yakın bir kafeye adımızı yazdırıp (San Francisco'da bir kafe özellikle güzelse, oturmak için illa sıra bekliyorsunuz) başka bir kafeye kahve içmek için oturduk. Sıra bize geldikten sonra da asıl hedefimiz olan yerde oldukça doyurucu bir kahvaltı yaptık. Sonra onlar eve giderken ben Market Street'in yolunu tuttum ve oradan da ta Fisherman's Wharf'a kadar yürüdüm. Alışveriş yaptım, fotoğraf çektim, sağa sola baktım, keyifli bir gün geçirdim. Akşamsa Chinatown'un içinden geçerek eve geldim. Akşam yemeği için yine yakın bir Japon restoranına gidip (Simla'ların ev merkezi bir yerde ulaşım her yere çok rahat) kaliteli sohbetler eşliğinde leziz yemeğimizi yedik. Ardından Ross'u o kadar ısrar etmeme rağmen kandıramasam da tek başıma Crazy Horse'a gittim. San Francisco'da bu iş çok gelişmiş değil, hem pahalı hem de hareketsiz (sakin). Birkaç saat takılıp çok keyif alamayıp eve döndüm ben de. Pazar olmasının da etkisi vardı gerçi. Yine de görmüş oldum.

10 Mart Pazartesi:
Bugün işimiz çok. Dolayısıyla erken kalkıp yakın bir kafede kahvaltımı yapıp BART'la Embarcadero'ya gittim. Oradan feribotla Sausalito'ya geçtim. Denizden San Francisco'ya bakmak çok keyifliydi. Sausalito'da indiğim gibi bisiklet kiraladım ve başladım Golden Gate'e doğru pedal çevirmeye. Gidiş oldukça çok yorucuydu çünkü durmadan yokuş tırmanılıyor doğal olarak deniz seviyesinden köprünün üstüne ulaşmak için. Köprünün ayağının dibinde tepe üstü duruş yapmayı da ihmal etmedim tabi. Vista Point'ten geçerek karşı tarafa geçtim ve geri geldim. Dönüş çok hızlı ve kolaydı tabi. Yolda durup bir İtalyan restoranında pizzamı da yedim. Bisikleti teslim edip dönüş feribotunu beklerken canım dondurma çekti. Amerikalıların porsiyonların ne kadar büyük olduğunu unutmuşum, bir dondurma verdi eleman bana, ye ye bitmiyor. Yarısını yiyebildim sonra feribotla tekrar San Francisco'ya geçtim. Pier 1'den Pier 33'e kadar koştur koştur gidip Alcatraz'a giden tekneye atladım ve geçen sefer göremediğim ve çok istediğim ikinci yer olan bu hapishaneyi ziyaret ettim. Audio tour çok ama çok başarılı bir şekilde sizi yönlendiriyor, giderseniz sakın almamazlık etmeyin. Çok etkileyici bir ziyaretti, hem manzaralar hem de anlatılan hikayeler açısından.
Akşam eve döndüğümde ise Simla'lar beni ve o gün gelmiş olan Argyris'in kardeşini süper bir Arjantin restoranına götürdüler. Çok güzel yemekler yedik, güzel hoş sohbetler ettik ve eve döndüğümüzde enerjiler tükenmişti, özellikle de bende diyeceğim ama bebek bakmak da ayrı bir yorgunluk. Bir bölüm Archer izledim, (Archer'ı da çok sevdim) ve kendimi tatlı uykunun kollarına bıraktım.

11 Mart Salı:
Sabah kalkıp yogamı yaptıktan sonra aşağı indim ve Simla, Argyris ve Argyris'in kardeşinin hazırladığı müthiş kahvaltıyla karşılaştım. Kahvaltıdan sonra arkadaşlarımla vedalaşıp havaalanının yolunu tuttum. Yine aynı şekilde sorunsuz bir biçimde tüm işlemleri halledip Los Angeles'a ulaştım. FlyAway'i bu sefer daha az bekledim, metroysa hemen geldi, metroyla Hollywood'a, oradan da Sunset'teki otelime sorunsuz ama yorucu bir yürüyüşten sonra ulaştım. Hemen bavulları bırakıp kendimi sokağa attım ve güneye yürüyüp Melrose'da başladım bir uçtan diğer uca yürümeye. Bir çok ilginç dükkan gördüm, hatta bir tanesinin sahibi (Scream Famous - Canan) Türk çıktı, biraz sohbet ettik. Dönüşteyse Allison'ın tavsiyesiyle otele çok yakın bir plazada ayak masajı yaptırdım. Oldukça rahatlatıcıydı. Sonrasında Bossa Nova'da yemek, ardındansa The Woods'ta bir kokteyl ile günü sonlandırmak niyetindeydim. Vegas'taki Fu'da içtiğim Dragon'ın etkisiyle Woods's'taki barmene dedim ki "bana baharatlı acı bir kokteyl ver". Adam da "nasıl olsun" dedi ben de "herhangi bir şey ver, acı ve sert olsun" dedim. O an adamın gözlerindeki ifadenin, birazdan acıyı saç diplerimden çıkarttıracağını maalesef anlayamadım. Böyle bir kokteyl yok. Acı ötesi. Delikanlılığa leke sürdürmemek için içtim fakat keyif meyif almadım, sadece acı çektim. Bu acımı rahatlatan tek şeyse barda durmadan çalan Iron Maiden ve Pantera şarkılarıydı. Bar sonrası Seventh Veil'e gitme niyetindeydim fakat yorumlara bir bakayım dedim, baktım kimse beğenmemiş, ben de gitmedim.

12 Mart Çarşamba:
Kahvaltı sonrası atladığım gibi metroya, Universal Studios'ta aldım soluğu. Geçen sefer burayı da görmemiştik, çok şey kaçırmışız. Çok eğlenceli bir park. Önce city walk'ta dükkanlara biraz baktım, sonrasında da parka dalıp o ride senin bu atraksiyon benim hunharca her gördüğüm yere girdim. Özellikle Transformers müthişti. Jurassic Park'a binecekler için de dikkat derim, denize düşmüş gibi ıslanıyorsunuz, benim gibi pasaport cep telefonu cepte falan binmeyin mümkünse. Park sonrası en sevdiğim ve Türkiye'de çok az çeşidi olan Sketchers marka bir çift ayakkabı alıp otele döndüm ve yoga için hazırlandım. Yoga Works'te George Kosmitis'le harika bir Vinyasa Flow dersi yaptık. George çok süper bir eğitmen, ders de çok eğlenceli ve güçlüydü. Yoga sonrası Walgreens'ten biraz alışveriş yapıp yakın bir kafede karnımı doyurdum. En sevdiğim LA barı olan Saddle Ranch ve en sevdiğim LA kulübü olan Body Shop için hazırdım. Önce gidip Saddle Ranch'te biraz demlendikten sonra Body Shop'a girdim. Eskisi gibi değil sanki, biraz köhneleşmiş, eskimiş. Yeteri kadar hareketli değildi. Yine eğlenceli anlar yaşadım fakat beklediğim kadar keyif alamadım. Çok kalmadan döndüm.

13 Mart Perşembe:
Bugün Santa Monica günü. Kahvaltının ardından 704 numaralı otobüsle 1 saatlik bir yolculuğun ardından plaja ulaştım. Önce plajı bir yarım saat kolaçan ettim yerinde duruyor mu diye, sonra YMCA'e gidip instagram'dan tanıştığım ve hayranlıkla izlediğim insanlardan biri olan Mandy Martini'nin dersi için beklemeye başladım. Zamanı gelince Mandy'ciğim kapıda belirdi. Küçücük şirin bir kızcağız. İki kişi daha geldi ve diğer insanların yeni başlıyor olmasından ötürü vinyasa flow dersi temel yoga dersine dönüştü. Temel yoga dersini küçümsemiyorum asla, ama Mandy'yi bir kez yakalamışım, güzel bir akış dersi yapmayı tercih ederdim. Normalde power'a yakın bir akış yapıyorum, bugünkü insanlar için temel gibi bir ders oldu dedi sonra dersin ardından bana. Ders sonrası beraber biraz yoga yapıp birkaç poz fotoğraf çektirdikten sonra plajın yolunu tuttum. Önce iskelenin altında biraz fotoğraf çektim, sonra güzel bir yerde konuşlanıp biraz güneşlenip kendi kendime biraz akış çalıştım. Handstand pratiği için kum zemin çok ideal, çünkü düşünce yumuşak yere düşmek iyi oluyor. Uzun bir süre çalıştım, ara ara merakla izleyenler de olmadı değil, ama genel olarak oradaki insanlar bu tarz şeylere insanlar alışık.
Akşama doğru yoğun trafiği çekerek otele geri döndüm, yıkanıp paklanıp karnımı doyurup iki kadeh bir şeyler içmek için dışarı çıktım. Allison'ın tavsiye ettiği yerlerden biri olan food+lab'de yemek yeme hedefindeydim ama restoran o saatte kapanmıştı. İkinci hedefim olan Bar Lubitsch'e gideyim bari dedim, orada yiyecek bir şeyler bulmak ümidiyle ama orada da yemek yokmuş. Jones'tan pizza söyleyebiliyormuşuz, bara pizza söyledim, kokteyl eşliğinde pizzamı tükettim. Bir kokteyl daha içip otele döndüm ve bu yorucu günü noktaladım.

14 Mart Cuma:
Bugün son gün. Sakin geçirme niyetindeydim. Hollywood ve civarını gezdim, yine Hard Rock, Harley Davidson, Sketchers, hediyelikçiler gibi yerleri gezdim. Hollywood Museum'a girdim, çok süper bir müze değil ama Marilyn Monroe, Rita Hayworth gibi hayranı olduğum bazı kişilerin kişisel eşyalarını görmek güzeldi. Los Angeles'taki son akşamüstümü de yine 2 gün önce olduğu gibi Yoga Works'te George'un vinyasa flow dersine giderek geçirmek istedim. Bu seferki ders çok daha sertti. Dönüşte yemeği halledip bir tane ekstra bavul alıp otele döndükten sonra akşam çıkıp gitmek niyetinde olduğum Jumbo's Clown Room için enerjim kalmamıştı. Bavulları toparlayıp yattım.

15 Mart Cumartesi:
Bugün dönüş. Otelden çıkışımı yapıp bavulları otele bırakıp kendimi son kez dışarı attım. Dördüncü ve son çift Sketchers'ımı almak için Off Broadway'e gittim fakat istediğim ayakkabının istediğim numarası yoktu. Bir sürü vaktim vardı, ben de Chinatown'a gitmeye karar verdim. Metroyla Union Station'a gittim, oradan Mexico Town'dan (ismi ben uydurdum - gerçekten Meksika'ya benzeyen bir bölge) geçerek Chinatown'a kadar yürüdüm. Allison'ın siparişleri alıp biraz da bu iki mahalleyi gezip geri geldim ve bir Meksika büfesinden hızlı bir şeyler alıp yedim. Ne yediğimi hatırlamıyorum ama "bu 15 gün boyunca hiç birşey beni ishal etmediyse bu kesin eder" tadında bir şeydi. Birşey olmadı gerçi.

Otele dönüp uçuş kıyafetlerimi (en paçoz eşofmanlar) giyip aynı yoldan (metro-FlyAway) havaalanına gittim. Checkin sırası beklerken (Virgin'i hatırlayın), 15 tane bavuluyla bir Türk görünümlü teyze ve ona yardım eden 2 tane safkan Amerikan punk kız geldi sıraya. Kızlardan biri önce bavul taşımaya yardım eden adamla bahşiş yüzünden (zaten şu bahşiş büyük dert Amerika'da, niye az bahşiş verdin diye restoran veya herhangi bir hizmetin kapısından çıktıktan sonra seni sokakta kovalayabiliyorlar) kavga etti. Ama sanki kadının kendi kızı gibi kavga ediyor. Diğer kız da sırtında gitar, kavgayı izleyip adama sövüyordu. Sonra kızlara sordum ne ayaksınız diye, kadına yardım ediyorlarmış (ne alaka olduğunu söylemediler) kadın da ülkesine dönüyormuş (Türkiye değil) ve akrabalarına hediye götürüyormuş bavullar onun içinmiş. Şu 15 gün içinde gördüğüm en çılgın görüntüydü.

Neyse, sıra bana geldiğinde düştüğüm bankodaki görevli Türk'tü. İlk kez yurtdışında THY'de çalışan bir Türk'e rastladım. Online checkin'de alamadığım ve istediğim koltuğun boş olduğunu görünce hemen aldım. Büyük şans. Polisten geçtikten sonra kapıya yaklaştıkça Türkçe konuşanlar artmaya başladı. Sonradan öğrendim ki uçak yine bir tur şirketinin yaptığı turun insanlarıyla doluymuş. Yani bir uçak dolusu, orada tanışıp kaynaşmış, birbirlerine kendilerini tanıtma hevesleri geçmemiş, yüksek sesle konuşan ve şakalaşan insan grubu, bir de ben ve birkaç zavallı turist daha. 

16 Mart Pazar:
Uçaktayız. Tabi ki önümdeki ve yanımdaki insanlar problemliler. Önümdeki kişi koltuğu yatırınca dar yerim iyice daraldı. Yanımdaki de 1,5 kişilik yer kaplayınca oturmuyor gibi birşey oldum. İçecek servisi başlayınca hayatımda ilk kez uçakta içki istedim ve viskiye abandım. İki bardak içtim. Standart bir viskinin beni böyle çarpacağını düşünemezdim. Moralim de bozuk olduğu için hızlı etkilendim. Dünya dönmeye başladı. Ama bu sevindiriciydi çünkü uyuyabilirsem bu işkenceli yolculuk hızlı biterdi.

(Şu an aynen uçakta not defterime yazdığım gibi aktarıyorum) Hobbit'i taktım, 3 saat izledim fakat hiç birşey anlamadım. Aynen benim ruh halimle eşdeğer görüntüler görüyorum. Özellikle de yüzüğü takınca. Hostesler ikinci kez içki servisi yapıyorlar. Yeni bir içki alsam mı acaba? İnsanlar havada uçuyorlar sanki. Gravity'yi taktım. Gidiş uçuşumda da bu filmi izlemiştim, beni en etkileyen sahne olan Sandra Bullock'un telsiz sinyali yakalayıp konuştuğu (daha doğrusu dilini anlamadığı için konuşamadığı) kişilerin köpekleri havladığında umudu kesip ağladığı sahneyi açıp sadece orayı izleyip kapattım. Yemek geliyor galiba. Tüm uçağın koltuğu dik önümdekinin koltuğu yatık. More whisky. Like Crazy diye bir film izledim, bozuk moralimi daha da bozdu, ağlamaklı ruh halimi iyice yerden yere vurdu. Buradan sonra birkaç saat uyudum sanırım. Uyandığımda inişe 3 saat vardı. İstanbul'a ulaşıp da Karadeniz'den sonra kara gözükünce iyice ağlamaklı oldum. Özleyeceğimi biliyordum da bu kadar özleyeceğimi tahmin etmezdim. Ama hepsi 15 günlük seyahati tek başıma yapmış olmaktan kaynaklanıyor.

İstanbul'a sorunsuz ulaştık. Havaalanından çıkana kadar da hiçbir sıkıntı ve anormal olay olmadı. En çetrefilli ama en sorunsuz seyahatlerimden biri oldu bu. Çılgın şehirse bana her zaman olduğu gibi ne kadar özlediğini hemen hissettiriverdi. Hemen.