Translate

9 Eylül 2010 Perşembe

Macera Dolu Amerika

3 Haziran 2010, 14:05
Eagle Rider'la yazışmalarım devam ediyor. Sanırım motoru bu şirketten kiralayacağım. Çok profesyoneller. İşlerini çok ciddi yürütüyorlar. Ancak bir o kadar da sert politikaları var. Kapora bırakıp veya başka bir şekilde motoru rezerve ettirtmiyorlar. Ve motoru online rezerve ettiğinizde paranın tamamını çekiyor. Başka yolu da yok. Benim şu an motoru teslim alacağım ve teslim edeceğim tarihler çok net belli olmadığı için rezervasyon yaptıramıyorum ama Road King'i de kaçırmak istemiyorum. Sanırım vizeyi aldıktan sonra bu rezervasyonu gerçekleştireceğim. 10 gün için $1250 diyor. Fiyat biraz yüksek gibi geldi bana...

20 Haziran 2010, 17:38
Emre Türkiye'ye geldi. Ve ben onu karşılamaya gittim. Normal bir karşılama olmasını bekliyor musunuz bu buluşmanın? Tabi ki hayır!.. Dış hatlar terminaline girdim, hava 30 derece günlük güneşlik. Girdim, kapıya gittim, Emre'yi bekledim geldi, kucaklaştık sonra dışarı bir çıktık, gök tepemize inmeye çalışıyor! Nasıl bir yağmur, anlatamam. Kovayla boşaltıyorlar gibi suyu. Bir an kafayı boşluğa uzat, denize dalmış gibi oluyorsun. Emre'nin babasıyla buluştuk, arabaya girdik, yağmur daha da şiddetlendi. Dolu yağmaya başladı ama dolu, dolu değil. Kütleler halinde iniyor. Sanki göktaşı! Gümmm! diye bir iniyor arabanın tepesine, kırarcasına... Camın üstüne bir düşüyor, kartopu büyüklüğünde... Bam güm geldik eve, arabadan indik, yağmur kesildi.

23 Haziran 2010, 22:15
Şu formu doldurayım dedim artık. Aynı İngiltere formu gibi bu da bir işkence. Süper komik (kara para aklamak niyetinde misiniz?) ve garip sorulardan hiç bahsetmiyorum bile. Ama o session timeout yok mu... Normalde 20 dakika boyunca herhangi bir aktivite olmazsa session timeout oluyor. Form kaç adım bilmiyorum. Ama 20 adımsa, 15. adıma kadar sabırla doldurduktan sonra, en son aktivite saniyeler önce olmasına rağmen çat diye session timeout oluyor! Önce Firefox ile uyumsuz zannettim. Internet Explorer'a döndüm, sonuç aynı... Yapacak birşey yok. Formu 5.kez baştan doldurmaya başladım ve her tek soruyu cevapladıktan sonra save ede ede en son adıma kadar geldim. En son adımda yine session timeout oldu. Düşünebiliyor musunuz? Artık soruları bitirmişim, confirm butonuna bir basıyorum ki session timeout. Save etmesem, Amerika seyahatimden vazgeçerdim herhalde...

29 Haziran 2010, 14:08
Vize görüşmesinden geldim. Topladığım belgelerin bir tanesine bile bakmaya tenezzül etmediler. Niye gidiyorsun diye sordular, o kadar. Sonra da vizeniz onaylandı dediler. Bu kadar basit mi yani? Neden o zaman onca tatava?

1 Temmuz 2010, 11:50
Pasaportum geldi. 10 yıllık çok girişli vize vermişler. Şimdi yeni çipli pasaport aldıktan sonra eski pasaportumdaki vizeyi nasıl kullanacağım derdinden başka dert yok. Bedensel ve zihinsel olarak hazırlıklara başlayabilirim.

19 Temmuz 2010, 21:38
Road King'i benden bir gün evvel başka biri rezerve etmesin mi? Şansa bak! Yine! Electra Glide'a kaldık sanırım. Gerçi adamlara ısrar ettim nolur getirin başka şubeden falan bulun bir yerden diye, ellerinden geleni yapacaklarmış, bakalım.

18 Ağustos 2010, 16:08
NTVMSNBC'den alıntı: "NDM-1 olarak adlandırılan bir enzim üreten bakterinin, Hindistan ve Pakistan'a estetik ameliyatlar için seyahat eden hastalarca İngiltere'ye taşındığı ve hastanelere girdiği açıklandı. NDM-1 enzimi, içine girdiği bakteriyi antibiyotiklere karşı tamamen dirençli kılıyor. BBC Türkçe servisinin haberine göre İngiltere'de şu ana kadar sadece 50 vaka tespit edildi. Yetkililer, mikrobun küresel düzeyde yayılmasından endişe ediyor."

Bu mikrop yüzünden Amerika ülkeye girişleri kapatsa ya mesela tam da benim Amerika'ya ayak bastığım gün? Ne komik olur ama!

19 Ağustos 2010, 15:41
Road King dışında herşey hazır. Emre şu an yolda, San Diego'ya doğru gidiyor. Ben de 2 gün sonra çıkacağım yola. Bazen açıp Google Earth'ten falan gideceğimiz yerler bakıp bakıp heyecanlanıyorum. Joel'den ise hala haber yok. Umarım halleder benim şu Road King işini.

14 Ağustos 2010 10:19
CIP salonda bekliyorum. Uçağın kalkmasaına 1 saat var. Sonrasında 12 saat yol ve ver elini Chicago.

14 Ağustos 2010 16:00
16:00 ama Chicago saatine göre 16:00! :) Bir üstteki kısmı yazarken uçağa gitmem konusunda uyarıldım ve hemen uçağıma gittim. Amerika'ya giderken security tavan yapmış durumda. 30 kez güvenlikten geçtim, çantalarım kaç kere arandı bir seferinde de puro keseceği yüzünden takıldım tam afakanlar basıyordu ki bıraktılar geçtim, bu saftirik puro keseceğiyle uçak kaçıramaz heralde diye... Çok rahat ama upuzun bir uçuştan sonra Chicago'dayım! Şu an Türkiye saatine göre tam 00:00. Uçakta da uyuyamadım ama nedense uykum, yatasım yok. Şimdi önümde bir 3 buçuk saatlik bir San Diego yolculuğu var. Kısa uçuş bile uzun! Belki o uçuşta devrilip uyurum, bir uçağa bineyim de hayırlısıyla. Yalnız herşey bana yakışmayacak şekilde hızlı, sorunsuz ve dümdüz gerçekleşiyor! Bakalım San Diego'ya ayağımı sürünce de aynı şeyi söyleyebilecek miyim... Emre'yle 1 dk konuştuk demin, roaming'den 10 TL çaktılar! Bu havaalanında da internet paralı... San Diego'da paralı değilmiş fakat orada durmayacağım, çıkıp direk taksiye atlayıp "beni Emre'lere götür aslanım" diyeceğim, bakalım ne diyecek? "Take me to Emre's, my dear lion!"...

15 Ağustos 2010, 11:07
Uçak bozdum! Üstteki bölümden bir cümleyi hatırlatmak isterim: "Yalnız herşey bana yakışmayacak şekilde hızlı, sorunsuz ve dümdüz gerçekleşiyor!". Nasıl ama? Kendime yakışanı yaptım! :) Chicago'da uçağa yerleştik, uçakta önemli bir aksaklık var diye başka bir uçağa aktarıldık. 1 saatin üzerinde süre kaybettik, sonra diğer bindiğimiz uçakta da aynı sorun olduğu ortaya çıktı. Ta uzaklardan parça getirdiler ve değiştirdiler toplam 3 saat kaybettik. O arada millet uçaktan inip gidip yemek alıp geliyor falan... Bir garip bu Amerika iç hatlar. Neyse 21:00'de inmem gereken San Diego havaalanına 00:00'da inip atladım Emre'lere gittim. Karınlar açtı, atladık motora Denny's adlı çakma diner'da doyurucu bir akşam yemeğinden sonra evde klasik sabaha kadar süren sohbetten sonra güzelce sızıldı.

15 Ağustos 2010, 22:30
Demin güzel bir haber aldık, benim Road King mevzu halledilmiş. 17'sinde inşallah buluşacağız kendisiyle. Bugün San Diego hayvanat bahçesine gittik. Çok büyük bir hayvanat bahçesi gez gez bitmiyor. Yalnız bütün hayvanlar inzivaya çekilmiş, bazı çok acayip hayvanları göremedik. Mesela kaplan. Ama çok fazla hayvan var gör gör bitmiyor. Sonra da yemekten sonra erkenden uykumuz geldi şimdi evde dinlenme moduna aldık kendimizi, sızmayı bekliyoruz.

17 Ağustos 2010, 02:00
Bugün biraz sakin ve dinlenceyle geçti denebilir. Alışverişe çıktık, eksiklerimizi tamamladık. Amerika'nın büyük mall'larında cirit atmayı da başardım böylece. Kendime birkaç kıyafet bir kask bir de motor için ayakabı aldım. Akşam ise Meksika'daydık. Sınıra kadar motorla gittik. Zaten 20 dakika yol. Sınırda motoru otoparka bırakıp Meksika'ya yürüyerek geçtik. Amerika'dan Meksika'ya geçerken kimse birşey demiyor. Taksim'den Beşiktaş'a yürür gibi. Tijuana'ya, Revolution Bulvarı'na kadar yürüdük. Tijuana acayip bir yer. Çok acayip kulüpler, barlar var. Son derece etkileyici sahne şovlarını izledik, içkilerimizi içtik, taco'larımızı yedik. Geç vakitte Amerika'ya döndük. Meksika'dan Amerika'ya geçerken gümrükten geçiliyor. Ama çok basit. Sanki hiç çıkmamışım gibi memur pasaporta vizeye baktı, ne işin vardı Meksika'da dedi sonra hadi geç dedi. Bu kadar. Şu an felaket yorgunum noktayı koyuyorum ve yatıyorum.

18 Ağustos 2010, 01:12
Bugün Road King ile ilk buluşmamız gerçekleşti. Yalnız ilk buluşma biraz sert oldu! Kaza bela değil de, yolda kırmızı ışıkta takılınca Emre kayboldu. Onu kaybedince de otobandan çıktıktan sonra evi bulana kadar San Diego sokaklarında bol bol gezdim!.. Neyse sonunda eve ulaştım ama biraz korktum gerçekten.

Biraz Road King'den bahsetmek istiyorum. Şöyle bir test sürüşü yapayım, iki döneyim falan demeden hop diye trafiğe çıktım kendisiyle. Daha sert bir tanışma olamazdı. Road King, vahşi bir ata benziyor. İlk başta çok zor. Çok yüksek kapasiteli bir motor. Daha Eagle Rider'dan çıkmadan istop ettirdim bile. Ağır da motor. Dönüşlerde dikkatli olmak gerekiyor. Üzerinde korkak biri olduğunu anladığı an, sürücüsüyle dalga geçmeyi seven bir motor Road King.

Neyse eve geldik, hazırlıklarımızı tamamladık ve yola koyulduk. Las Vegas yolunu tek hamlede yapmak gözümüzde büyüdüğünden, Barstow denen bir yerde konaklama niyetindeydik. Barstow kasabasına vardığımızda bir yemek yiyelim dedik. Saat 10'u biraz geçiyordu. Ben dedim ki "herhalde 11'de duşa girmiş olurum". Bir inci daha... Saat 12 oldu, hala Barstow'da oteli arıyorduk. Route 66'da bir aşağı bir yukarı gidiyorduk. Yaklaşık 2 saat boyunca kapkaranlık yolları bir ileri bir geri teptik. Otobandan çıkıp çıkıp çıkmaz caddelere girip geri geldik. Saat yarım gibi oteli bulduk ama bitmiştik. Hemen kendimizi sırayla duşa attık. Burası berbat bir yer bu arada. Tam filmlerdeki gibi. Her an motelde dandik Amerikan korku filmi çevrilmesinden korkarak yataklarımıza giriyoruz.

18 Ağustos 2010, 10:32
Sabah Barstow'daki motelimizde bir kavgaya şahit olduk. Bir sürü siyahi tip birbirine girmişti ama dövüş yok, laf kavgası yapıyorlardı. Faklar, fuklar havada uçuşuyordu :) Komikti.

Şu an kahvaltı ediyoruz ve önümüzden San Andreas'tan fırlamış tipler geçiyor. Yürüyüşleri, boxerları falan ile aynılar. Pantolonu bel değil de baldır hizasına çekmek de ne ola ki?

18 Ağustos 2010, 19:44
Barstow yakınlarında turistik bir kovboy kasabası olan Calico Ghost Town'u ziyaret ettikten sonra çölleri yara yara Las Vegas'a ulaştık. Yolun bu kısmı çok zordu ve eminim yapacağımız yolun en zor kısmı da bu olacak. Çöl çok acayip birşey. Her saniye susatıyor. Vücuttaki suyu acayip çekiyor. 2 saatte 1 litre su içiyor ve hiç tuvalete gitme ihtiyacı hissetmiyorduk. Esen rüzgar bile kavurucu idi. Yana yana Las Vegas'a ulaştık. Oteli yine bize yakışır derecede zor bulduk, Las Vegas'ı baya bir dolaştık. Otelimiz Luxor adında piramit şeklinde bir otel. Kağıt üzerinde 3 yıldız. Ama ne 3 yıldız! Gerçi Vegas'taki tüm oteller böyleymiş de, inanılmaz lüks! Fiyatı da aşırı ucuz, gecelik 45 dolar gibi bir fiyata kaldık ki sunulan servis 5 yıldız değerindeydi. Otel çok büyük, klasik alt kat komple kumar, etrafta da çeşitli atraksiyonlar var. Vegas'taki oteller bir acayip. Otelin haftalık programları var ama çok büyük programlar. Bizim otelde bizim olduğumuz hafta Carrot Top, Fantasy ve Criss Angel şovları vardı. Yan otelde de David Copperfield vardı mesela! :) Böyle bir yer işte Vegas. Kendimizi havuza bıraktık resmen cosss diye ses çıktı biz havuza girince. Yol ve çöl bizi çok yormuş, havuzda mayıştık ve kendimize geldik. Akşama kadar havuz sefası, birazdan da yemek yiyip Fantasy'ye gideceğiz.

19 Ağustos 2010, 20:00
Fantasy çok güzel bir şov. Çok çalışılmış, kareografik ve müzikal anlamda çok güçlü. Erotik ve komik bir şov. Çok güzel, nezih ve bayanlı erkekli bir kitle ile birlikte izledik. İşte böyle olmalı bence, çok hoşuma gitti bu. Böyle bir şov bizde olsa, olmaz ya olsa, gitmeye cesaret bile edemem, zaten kızlar da acayip rahatsız olur. Ama burada böyle değil. Çok kaliteli ve interaktif bir şovdu. Hele bir zenci vardı, adını hatırlamıyorum ama çok komik bir elemandı. Hem komik, hem iyi şarkı söylüyor. Çok renk kattı şova. Bir de şarkıcı hatunumuz vardı. Onun da sesi süper. Yani bunlar başlı başına büyük sanatçılar, böyle bir organizasyonda bir araya gelmişler, gerçekten çok büyük bir olay bizim için. Hepsini Las Vegas'ta yaşamak mümkün. Şov sonrası da kızlar ve zenci arkadaşımız imza falan dağıtıp fotoğraf çektirdiler. Çok sıcak, samimi ve yine nezih bir ortamdı.

Fantasy sonrası gidelim biraz para kaybedelim dedik, çok kaybedemedik ama. 5 doları baya bir sürede kaybettik sonra sıkıldık ve odaya çıktık.

Bu arada alakaısz ama Las Vegas'ta her otelde bir şapel olduğunu belirtmek istiyorum. Evlenmek isteyen olursa, anında nikahı kıyıveriyor :)

Bugün ise önce çıkıp huysuz Suzi'ye yeni bir rüzgarlık baktık fakat bulamadık. Odaya geri döndüğümüzde havuz vakti gelmişti. Çıp çıp yüzdük ettik durduk yine. Şimdi ise yine yemekten sonra çıkıp Vegas'ta otel dışında ne varmış diye bakacağız.

20 Ağustos 2010, 01:21
Las Vegas, ışık ve elektrik anlamına geliyor, biz bunu gördük. Bir renk cümbüşü bir ışık kalabalığı ki amanın! Rengarek! Her otelin her casino'nun etrafında bir sürü tabelalar, lazerler gösteriler falan... Ama Vegas gece de sıcak! Nasıl çölse, aynı şekilde terletiyor ve susatıyor. Her yerde 1 dolara su satan tipler. Bir de eskort kızların broşürlerini dağıtan tipler! Bir caddeden geçtik elimde bir tomar broşür oldu. Çöpe atalım dedik bir baktık çöp ağzına kadar broşür dolu zaten :). Yalnız olay baya iddialı. 20 dakika içinde Vegas'ın neresinde olursanız olun kapınıza geliyorlar, fiyat broşürde belli, fotoğraflar da var ve gizli başka ücret yok içiniz rahat olsun diye yazıyor her broşürde. Sanırım zırt pırt önümüzden geçen limuzinler de bu sektöre hizmet ediyor.

20 Ağustos 2010, 17:56
Sonunda Los Angeles’tayız. Sabah Las Vegas’tan çıktık, tabi ki erken çıkamadık ve çölün kavurucu sıcaklarında yolculuğa başlamak zorunda kaldık. Tek acı çeken biz değildik, huysuz Suzi de yolda sık sık şişti durdu. Akşamüstüne doğru çölü bitirdikten sonra anca rahatladı. Los Angeles’a yaklaştığımızda Harley hegemonyasının yanısıra enduro ve racing motosikletlerin de belirdiğini gördük. Los Angeles’a vardığımızda ise tanıdık bir manzara vardı: trafik! Anam hem de ne trafik! Herşeyi büyük olan bu ülkenin trafiği de oldu mu tam oluyor! Aynı bizim Merter trafiği, İzmit’ten Merter’e 1 saatte, Merter’den de Bakırköy’e 1 saatte varırsınız ya, aynen öyle. Los Angeles’a girdikten sonra, otelimize 1 saatte ulaştık. Sunset Bulvarına girdikten sonra bu sefer çok dolaşmadık ama. Büyük şehirlerde az geziyoruz nedense, küçük kasabalarda geçilmedik nokta bırakmıyoruz ama oteli bulana kadar. Neyse otelimizi bulduğumuzda ise bizi acı bir sürpriz bekliyordu, çift kişilik tek bir yatak! Ama neyse ki bir de çekyat var odada. Artık akşam birimiz onda yatacak.

20 Ağustos 2010, 02:30
Yalnız otelimizin konumu iyi. Akşam yemeğine çıkmadan önce havuza girelim dedik, Emre girdi ama ben girmedim çok soğuktu. Batı yakası soğuk, Vegas gibi değil. Vegas geceleri bile aşırı sıcak. Sonra bir duş alıp motorlara atladığımız gibi Beverly Hills'a gittik. Çok güzel, nezih bir semt Beverly Hills. Birkaç fotoğraf çektik ve yine (!) bir burgercide hamburgerlerimizi yedik ve otele geri döndük. Motorlarımızı kitledik ve gece hayatına hazırdık.

LA'in gece hayatı çok renkli. Çok uzun birkaç caddenin üzeri kafe, bar, kulüp dolu. Biz de birkaç mekan seçip gidelim dedik ama araçsız gitmek zor. Atladık otobüse. Otobüs tam anlamıyla birleşmiş milletler. Her telden, her milletten insan var. Gideceğimiz yere varıp birkaç bar gezdikten sonra dedik ki LA'a geldik, strip club'a niye gitmiyoruz. Tam da yakınlarda Body Shop isimli bir kulüp gördük. Şu Los Angeles aşığı Mötley Crüe’nün Girls Girls Girls şarkısındaki Body Shop değil mi bu dedik ve daldık içeri. Hakkatten de öyleymiş, Girls Girls Girls’teki Body Shop buymuş. Aynı zamanda Demi Moore’un Striptease filminde oynamadan önce gelip günlerce ders aldığı kulüp de Body Shop’un ta kendisiymiş. Çok güzel bir kulüp yalnız. Gülümsemeleri duyar gibiyim ama, aklınıza gelen şekilde güzel demek istemedim. Bir kere mekanda alkol yok. Gerçi alkollü striptiz kulüpleri de var onların da bundan daha az nezih olduğunu sanmıyorum ama Body Shop çok nezih bir kulüp. Girişteki görevliden tut, barmaidlere, çalışan kızlara kadar son derece terbiyeli ve temiz bir ortam. Tabi ki bir striptiz kulübünün gerektirdiği herşey var, ama ortam çok temiz. Batak bir hava yok. Yani şöyle özetliyim, kendimi çok rahat hissettim içerde. Kızlar da son derece arkadaş canlısı ve samimi. Sen istemediğin sürece askıntı olmuyorlar. Gelip yarım saat sohbet ediyor mesela biri, sonra seni davet ediyor lapdance için vs, “şimdi canım istemiyor” gibi bir yanıt alınca da “ben yarım saatimi burada boş yere mi harcadım” modunda değil, gayet güzel bir şekilde vedalaşıp ayrılıyor veya ayrılmayabilebiliyor, atıyorum sohbet güzelse falan. İşlerini yaparken eğlenedikleri de yüzlerinden okunuyor. Ve şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Müşteriler olarak kızlı erkekli bir kulüp Body Shop. eşiyle, kız arkadaşıyla, veya arkadaş grubuyla gelen de bir sürü insan var. Hatta sahnede o anda dans eden kız, sahnenin kenarında oturanların cinsiyetine bakmadan gelip şov yapıp bahşiş isteyebiliyor. Kısacası güven veren, temiz, kaz gibi yolunmadığınız, bahşiş vermek zorunlu olmayan ama güzel bir hareket olarak görülen, ucuz, ilk meyve suyundan sonra içki içmenin zorunlu olmadığı, lapdance almanın veya sahne kenarına oturup bahşiş saçmanın zorunlu olmadığı çok güzel ve eğlenceli bir striptiz kulübü Body Shop. Neyse Body Shop’tan çıkıp artık otele dönelim dedik ve LA’in taksileriyle takılmanın zamanı gelmişti. Burada da her yerde olduğu gibi taksiler Asyalıların elinde. Çılgın şoförümüz bizi otele yetiştirmeye çalışırken bir ciple az daha kafa kafaya vuruyordu!.. Neyse sağ salim oteldeyiz ve yorgunluktan bayılmak üzereyiz şimdi.

21 Ağustos 2010, 01:23
İşte bugün Los Angeles’ın tam anlamıyla altını üstüne getirdik. Sabah çıktık, güzel bir kahvaltıdan sonra başladık Walk Of Fame’i boydan boya gezmeye. O kadar çok ünlü var ki hangi birinin yıldızıyla fotoğraf çektireceğimizi şaşırdık. Sonra turistik atraksiyonlara takılalım dedik biraz. Önce Wax Museum’a girdik. Burası Madame Tussauds’un çakması. Madam Tussauds varken böyle bir mekanı niye açmışlar bilmiyoırum. Heykeller çok çakma. Neyse ki kısa sürdü ve çıkıp Guiness Records isimli bir müzeye daha girdik. Burası daha da kötüydü. İçerde hiçbirşey yok. Bir tane figür, yanında destan gibi bunun hangi rekoru temsil ettiğini anlatan yazı. Yani sadece yazı gördük denebilir. Hemen kaçmak istedik burdan ama çıkışı da bulmak ayrı bir mesele. Müze bitti, çıkış yok! Çok acayip bir yere yapmışlar çıkışı, hiç çıkışa benzemiyor. Artık Madame Tussauds'a gitmenin vakti gelmişti. Burası çok daha başarılı. Londra’dakinden daha küçük tabi, ama olsun. Gündüzün büyük bölümünü burada harcadık. Heykeller çok gerçekçi. Hele kapıdan girer girmez sizin fotoğrafınızı çeken yok mu! Neyse bütün ünlülerle bir sürü fotoğraf çektirdik, en çok da Marilyn Monroe ile. Ben diyim 100, Emre desin 300! Çok güzeldi Madame Tussauds tecrübesi. Otele bir dönelim artık dedik. Odamızı değiştirtmiştik, artık ikimizin de birer yatağı var. Akşam da çıkıp yine birkaç bara gittik ama çok gezemedik, hem gündüz çok yorulduğumuz hem de yarın yola çıkacağımız için nispeten daha erken bir saatte otele geri döndük. Birazdan uykunun tatlı kollarına bırakacağız kendimizi.

22 Ağustos 2010, 20:00
San Francisco’ya vardık. Yolda bu sefer otobanda San Francisco tabelasını kaçırıp yanlış yola saparak kendimize yakışanı yaptık. İlk çıkıştan çıkıp geri dönmeye çalışırken kendimizi otobanın diğer tarafında bulduk. Dedik ki kenara çekelim GPS’e falan bakalım bari (when all else fails, follow instructions). Tam motorlardan indik arkamıza bir polis arabası yanaştı. Dedik ki hah tamam macera geliyor, polis arabadan “you guys ok?” diye indi. Meğer bizi merak etmiş. Dedik ki biz tabelayı kaçırdık, San Francisco’ya nasıl gideceğiz. Adam 4-5 farklı rota tarif etti bize. Çok hızlı konuşuyordu, ayrıca sarışın ve mavi gözlüydü. Ben tam adamdan etkilenmek üzereydim ki Emre adama teşekkür etti ve gönderdi. Sonra yine kaybolduk. Sırf zencilerin olduğu bir kasabada bulduk kendimizi. Tam San Andreas kasabası, çok şirin. Bir benzinciye yol sorduk, adamın tarif ettiği yolun tam tersini gidip otobana tekrar çıkabildik. Neyse zar zor tekrar San Francisco’ya vardık ama Bay Bridge’e girdiğimizde trafik yine tıkandı. Ne zormuş şu büyük şehir giriş ve çıkışları! San Francisco’nun içine baya bir süre sonra vardık. Yolları hep tersten gittiğimiz için yine defalarca u dönüşü yapmak zorunda kaldık. Bu arada artık Road King’e iyicene alıştım. Çok rahatım onun üzerinde. O da beni çok sevdi. Artık dalga geçmiyor, ciddi bir ilişkimiz var kendisiyle. Ama en son Simla’ları beklemek için oturacağımız (şu an oturduğumuz) kafeye yine düz girmek yerine u dönüşü ile girerken az daha atıyordum Road King’i yere. Son anda toparladım. Neyse, şimdi oturduk Simla’ları bekliyoruz.

23 Ağustos 2010, 00:20
Simla’larla buluştuk. Çok garip bir şey okuldan bir arkadaşın mezun olduktan sonra San Francisco’da yaşamaya başlasın, hatta orda evlensin. Sonra sen de Amerika’lara git, San Diego’dan motor kirala ve onu görmeye San Francisco’ya kadar sür. Ona da garip geldi zaten.

Buluştuk, buluştuğumuz kafede çok güzel bir yemek yedik. Burda çalışan insanlar da tabi ki göçmen. Bu kafedekiler Ürdün’lüydü mesela, çok sıcak samimi insanlardı. Krep yedik. Yemeği Arygris ısmarları! Kral delikanlı bu Argyris valla, seviyorum adamı. Türkiye’de nişanlarında tanıştığımda da tutmuştum. Sonra lokal bir bara gittik. Burda da tüm Amerika’da olduğu gibi içki satarken ID soruyorlar. Benim pasaporttaki ultra komik fotoğrafı gördüğünde bu bardaki abla da gülmeye başladı. Hatta gülmekle kalmayıp pasaportu tüm bar çalışanlarına gösterdi. Karşılarında benim gibi makara kukara peşinde koşan biri değil de, ciddiyeti seven biri olsa, hakaret olarak algılanabilen bir hareket aslında da, benim hoşuma bile gidiyor, gülüştük herkesle beraber. Şimdi evdeyiz. Simla bizi yatırdı. Onlar çalıştıkları için sabah erken çıkacaklar. Bize anahtar bıraktılar, biz de uyanıp çıkıp San Francisco’nun altını üstüne getireceğiz.

23 Ağustos 2010, 23:30
Sabah 11 gibi kahvaltı için çıktığımızda, kafelerin birçoğunun kapalı olmasına çok şaşırdık. Hayret birşey yani kahvaltı edeceğiz, açık mekan bulamıyoruz. Bir tane açık kafe bulduk, o da ana baba günü. Kahvaltıdan sonra San Francisco metrosunu bir deneyelim dedik. Metro hattı yerin altında ve kat kat. Çok başarılı. Önce Market Street’e gittik ordan yürüye yürüye Fisherman’s Wharf’a kadar geldik. Bay Area’da dolaşıp okyanusu ve Alcatraz’ı kestik, Bay Area thrash metal’inin doğduğu yerlerde cirit atıp o havayı soluduk. Bir sürü alışveriş yapıp soluğu Hooters’ta aldık. Hooters’ın adına yakışır şekilde servis aldıktan sonra gidelim dedik okyanusa biraz ayaklarımızı sokalım. Okyanus soğuk. Yüzmek mümkün değil burada.

Buradan direk binip eve gitmektense nedense Market Street’e kadar yürüdük. Ayaklarımıza kara sular iyicene indi. Ama Mafia’nın esinlenildiği, yokuşlarla dolu San Francisco ara sokaklarından da geçmiş olduk. Keyifli ama yorucuydu. Simlacığımıza güzel bir şarap alıp eve vardığımızda Simla evde bizi bekliyordu. O da biz de bir hayli acıkmıştık. Çıktık dışarı, nerde yiyelim nerde yiyelim diye bakarken bir restoran seçtik, içeri girdik, restoran Türk çıkmasın mı? Simla ve Emre çok sevindi tabi, orada yaşadıkları ve Türk yemeklerini özledikleri için. Mücver, biber dolması falan yedik. Urfa isotuna yatırılmış ahtapot salatası yedik bir de. Eve geldiğimizde motorlardan birinde ceza gördük. Meğer bizim motorları koyduğumuz yere gündüz 1 saatten fazla park edilemiyormuş.

Yarın Highway 1’a çıkacağız. Bugün erken yatmak mantıklı bir hareket olabilir.

24 Ağustos 2010, 22:45
Bugün evden çıkıp kahvaltı ettikten sonra ilk işimiz Emre’ye bir rüzgarlık almak için evin yakınındaki bir motor tamirci dükkanına uğramak olacaktı. Bu dükkanı Jennifer isimli bir abla işletiyordu, çok iri yapılı, yardımsever bir ablaydı. Tamir konusunda da çok tecrübeli olduğu belliydi. Ben bu ablanın dükkanındaki kitaplıkta “chicks on bikes” diye bir kitap gördüm ve hemen satın aldım. Meğer bu kitabın bir bölümünde bu abladan da bahsediyorlarmış, abla hemen kendi sayfasını bulup imzaladı. (Happy Trails! yazdı). Rüzgarlık konusuna geri dönecek olursak, iyi haber, hiçbir yerde bulamadığımız rüzgarlık, bu ufak motor tamircisinde vardı. Kötü haber ise, Emre’nin bir de hız gösterge kablosunun kopmuş olmasıydı ve bu tamircide o kablodan yoktu. Sipariş ettiklerinde ise 2 gün sonra gelebilirdi. Aslında hız göstergesi olmadan da önden ben gidersem Emre de beni takip ederse, hız sınırlarını takip edebilirdi ve kaç milde bir benzin alacağını benden öğrenebilirdi. Ama Emre bu kabloyu bulmadan San Francisco’dan ayrılmamaya kararlıydı. Bu andan itibaren, San Francisco’dan çıkmamız toplam 5 saat sürdü. 5 saat boyunca, en fazla 30 mil hızla ve 10 saniyede bir kırmızı ışık veya stop’larda durarak, aynı sokakları 10-20 kez görerek, 1500 CC’lik, 380 kg’lık bir Harley Davidson’ın üzerinde, 35 derece sıcakta motor kullandığınızı düşünebiliyor musunuz? Artık kaç tane u dönüşü yaptığımızı hayal bile edemiyorum. Sonuç itibariyle huysuz Suzi’ya uygun bir kablo bulamadık ve Los Angeles’tan önce konaklayacağımız yer olan San Simeon’a bu şekilde gitmek zorunda kaldık. Bu aslında baştan da belli gibiydi ama işte bir umut...

Artık şu kablodan umudu kesip Highway 1’a çıkmaya karar verildiğinde ben ağlamak üzereydim, Road King ise çoktan hüngür hüngür ağlıyordu. Öylesine sıcaktı ki, yanına kimseyi yaklaştırtmıyordu bile. Ama garibim, hiçbir ikaz göstergesini yakmadı bile. Biraz sakinleşmesini bekledim üzerine binebilmek için. Neyse Highway 1’a, yani okyanus kıyısına çıktığımızda, o da ben de çok rahatlamıştık. Muazzam manzarayı izleye izleye, arada sırada durup fotoğraf çeke çeke güneye doğru süzülüyorduk. Güneş de yavaş yavaş batıyordu. Bir fotoğraf molasında yanımızdan 2 adet ultra klasik motorcu geçti ama adamlar belli ki birer efsane idi. Selamımızı çaktık ve molamızı sonlandırıp yola çıktık, 10 dakika geçmedi ki, deminki elemanların kenarda dinleniyor olduklarını gördük. Hemmen çektik yanlarına, dedik ki vay güzel abilerim ne kral adamlara benziyorsunuz ya, tam Easy Rider olmuşsunuz! Çok hoşlarına gitti bu, oturduk biraz sohbet ettik. Bu tatilde tanışıp kaynaştığımız birçok insan gibi bunlar da çok sıcaktılar, bir de motorcu dayanışması var tabi. Adamlar harbi üstelik. Dingil değiller. Zaten Highway 1’ın günbatımı insanı sarhoş ediyor, abilerin de kafalar dumanlı, sakallar uzun, montlar eski, motorlar klasik. Dedik ki fotoğraf çekilelim mi, abiler zevkle kabul etti. Sarılıştık, fotoğraf çekildik. Gerçi fotoğraf biraz yamuk çıkmış ama olsun. Çok tarihi fotoğraf oldu. Akıl edemedim, abilerden e-mail adresi falan almadım. Ama kimbilir, belki günün birinde tekrar karşılaşırız abilerle, dünya küçük... Abiler hadi beraber sürelim dediler, seve seve kabul ettik. 4’ümüz ucuca dizildik, ben en arkaya geçtim, peşi sıra gidiyor iken abiler bir arabayı solladı. Bizim huysuz Suzi ise bu arabayı geçemeyince, bu abilerle son görüşmemiz oldu.
Biz de manzarayı izleye izleye giderken güneş battı tabi. Anam yok böyle bir soğuk. Tersine döndü hava. Maske, bant ne varsa geçirdim kafama, yok kar etmiyor. Tabi Highway 1’da yol lambası da yok. Etrafta pek araç da kalmadı. Zifiri karanlık, sağda okyanusun sesi, solumuz komple dağ, hem soğuktan hem korkudan titreye titreye San Simeon’a ulaşmaya çalışıyoruz. Yazarken bile ürperiyorum. Işık az (yok), yollar da virajlı olduğu için Emre hızını oldukça düşürdü. Tabi ben de düşürmek zorunda kaldım. Bir de rüzgarlıklar ve kaskların vizörleri okyanustan gelen nem soğukla çökünce buğu oldu. İyice zorlaştı şartlar yani. Road King ise bu soğukta çok mutlu, yatır beni virajlara diye bağırıyordu. Ama grup sürüşüne ayak uydurmak adına onun bu çağrılarını duymazdan geliyordum. Artık iyicene bütünleştim bu motorla. Tam anlamıyla keyfini alıyorum ve onun dilinden anlıyorum. O da beni sevdi.

San Simeon’a ulaştığımızda, oteli hemen bulmamız bizden beklenemezdi zaten. Yan yol, ara yol adına ne varsa tamamını kat ettik. San Simeon kasabasına ait karayollarının tamamını motorla geçtikten sonra otelimizi bulduk. Havayı bir görseniz, sanki kara kış. Bir kar yağmadığı kalıyor yani.

26 Ağustos 2010, 00:52
San Simeon’un sabahı da akşamı gibi sisli ve soğuk. Kalktığımız gibi motorlarımızı yükledik ve yakın bir diner’da kahvaltımızı yaptık. Hava hala kapalıydı. Uzun bir süre de açılmadı, ta ki dev bulut kütlesi üzerimizden kalkıp da güneş yüzünü gösterene kadar. Los Angeles’a geri dönüyoruz diye çok mutluydum. Güneş de açınca mutluluğum arttı. Tabi Los Angeles’ın trafiği vardı, ama olsun. Otelimiz bu sefer Hollywood’un göbeğinde. 7 gibi otele vardık. Duş falan alıp dışarı çıktık, Hollywood üzerinde bir bardan yüksek seste Black Sabbath şarkıları geliyodu. Girelim mi girmeyelim mi derken açlık ağır bastı ve karnımızı yine bir Meksika lokantasında doyurduk. Ardından tekrar Saddle Ranch’e gittik. Los Angeles’ın büyük barlarından Saddle Ranch. İçeride mekanik boğa da var, çok acayip şeyler izlenebiliyor zaman zaman. İçkiler de çeşitli, ortam da güzel. Bahçesinde de ufak şömineler var. Barın geri kalanı da vahşi batı temalı. Orada birkaç bira içtikten sonra dedik ki şu Black Sabbath çalan yere bir bakalım. Aman ne kadar güzel bir barmış. Adı Angels & Kings. Daha girişinden itibaren müthiş. Girişte ID kontrolü yapan bir zenci abi var. Benim meşhur pasaport fotoğrafını görünce bir hoşuna gitti ki! Hem girişte hem çıkışta uzun uzun sohbet ettik kendisiyle. İçerisi çok güzel yalnız. Çok acayip insanlar var, punk’ı, emo’su, metalcisi, efendisi, efendi metalcisi (ben ve Emre) vs... İçkiler çok güzel, susuz ve ucuz. Hayret verici bir bar yani hem de Hollywood’un tam göbeğinde. Bar kenarına da arada sırada kızarmış tavuk, pizza falan geliyor, bedava, millet yesin diye. Biraz da karnımız acıkmıştı, afiyetle yedik valla! Yarın artık heralde biraz dolaşıp direk buraya geliriz.

27 Ağustos 2010, 02:13
Sabah kahvaltı için odadan çıktık, caddeye çıkar çıkmaz bir şehir turu satıcısı bize dadandı. Allem etti, kallem etti sattı bize turu!.. 1 saat sonra tura katılcaktık, hemen gidip kahvaltı edip bir iki turistik dükkana daha bakıp geldik. Turumuz çok keyifliydi. Tur rehberimiz zenci bir komedyendi. Hakkatten çok başarılıydı. Baya keyif aldım ben, adam hiç susmadı. Tur boyunca konuştu bu da turu hakkatten çok eğlenceli kıldı bence. Önce Hollywood yazısının dibine kadar çıktı. Sonra Beverly Hills’ı baştan başa dolaştı. Bir sürü ünlünün evinin önünden geçtik, ama sadece kapı duvar. Benim aklımda kalanlar Ozzy Osbourne, Jennifer Aniston, Keanu Reeves, Arnold Schwarzanager, Michael Jackson, Playboy Mansion, Christina Agulera gibi isimler oldu. Tur rehberimiz beni Ashton Kutcher’a benzetti. Tüm tur boyunca bana Ashton diye seslendi. Tur bitince ben çok mutlu ayrıldım, bu adamın yaptığı benzer şeylere de gitmek isterdim. Turdan sonra da denize girelim dedik. Bu iş için de Santa Monica plajını seçtik, hem de belki plajda bir iki vampir görürüz belki dedik. Otobüs yolculuğu 1 saatin üzerinde sürdü, güneş de batmaya başlamıştı. Denize girmeyi bırakın, dışarıda bile üşüyorduk. Biz de etrafı gezdik, turistik atraksiyonlara baktık, okyanusa tekrar ayağımızı soktuk, yemek yedik ve geri döndük. Santa Monica büyük ve düzel bir plaj. Ama Santa Cruz ve Santa Barbara plajları daha güzel bence. Ama bunlarda durma şansımız yotku malesef, yolda geçerken görmekle yetindik. Akşam ise LA’de son gecemiz olduğu için tekrar otobüse atlayıp Sunset Bulvarının sonuna gittik. Saddle Ranch ve Body Shop dahil birkaç bar ve kulübe uğradık. Çok kalmamak lazımdı, o yüzden geri döndük ve Angels & Kings’te son bir bira içip zenci güvenlikle vedalaştıktan sonra otelimizdeyiz. Uyku gözümden akıyor şu an ve artık bırakıyorum  ben de kendimi ona.

27 Ağustos 2010, 23:56
Bugün son günüm. Sabah uyanıp çok sade bir törenle LA’e veda ettim. Ama gönlümün LA’de kaldığı da bir gerçek. Çıktık yola, kısa bir yolculuktan sonra San Diego’ya vardık. Eve gelip eşyaları boşalttık ve tekrar Eagle Rider’a gittik. Motoru teslim ettik. Ordan gidip Emre’nin motoru için hız göstergesi teli sipariş ettik. Sonra bir süpermarkete gidip benim biriken bozukları tümlettik. 10 dolar biriktirmişim biriktire biriktire! Akşam da San Diego Old Town’a gittik. Çok şirin bir kovboy kasabası Old Town. Kendime de buradan bir kovboy şapkası aldım, Gezdik gezdik üşüye üşüye döndük yine Emre’lerin mahalleye. Lokal bir iki barı da gezip birer bira içtik, dart oynadık ve tekrar evdeyiz. Amerika’daki son uykumu uyuyacağım birazdan.

28 Ağustos 2010, 12:11
San Diego havaalanındayım. 2 çanta ile geldim, 3 çanta ile dönüyorum. Artık çantaların birini burada vermek şart oldu. Çantamı teslim ettim, şimdi oturuyorum. Burada internet bedava. Fakat hiçbir yere bağlanmıyor.

28 Ağustos 2010, 20:52
United Airlines uçuşu yine çok kötüydü. Tek kelimeyle berbat. Hostesler suratsız. Millet kıl. Elimdeki çantayı da çok zor sığdırdım üst kabine, büyük sıkıntı oldu. Lanet olsun dedim bu çantayı da burada THY’ye teslim ettim. Şu an Chicago’dayım. Kapıda uçağı bekliyorum. Babama bir Scotch viski aldım. Kendime bir beyzbol topu getirmek istiyordum. Amerika’ya gitme fikri ilk oluştuğundan beri bu aklımdaydı. Çok yere baktım, fakat şöyle hediyelik olmayan, sade bir beyzbol topu bulamadım. Tam Amerika’dan dönüş vakti gelmiş, adam gibi düz bir beyzbol topu bulamadım diye düşünürken yaparken tam kapının ordaki hediyelik eşyacıda beyzbol köşesi çıkmasın mı? Tam istediğim renkte beyzbol topumu da aldım, şimdi artık hazırım. Al beni THY.

29 Ağustos 2010, 19:21
THY yolculuğu çok keyifli geçti. Ne de olsa business! Bu sefer az da kişiydik, hostesler daha özelleşmiş hizmet sunabildiler. Yanım da boştu, yatırdım koltuğu rahat rahat yayıla yayıla geldim. 1 saat de erken geldi uçak. Çantalarımı çok bekledim gerçi ama eninde sonunda eve ulaştım. İçimde buruk bir sevinç var. Şu an saat akşam 7, duşumu yaptım ve sanırım birazdan uyuyakalacağım. Çok sert bir jetlag beni bekliyor, hadi hayırlısı. Allah’tan yarın 30 Ağustos, tatil. Zafer Bayramı. Neşe doluyor insan.

Tatil boyunca duyduğum hoşuma giden çeşitli sözler:
  • Emre: Seni yenicem kemer. Sen mi büyüksün ben mi büyüğüm kemer! (mevcut bozuk kemerini yeni bir kemerle değiştirmeyip, bağlamaya çalışırken kemerle kavga ettiği sırada)
  • Meksika'dan Amerika'ya geçerkenki gümrük memuru: What were you doing in Mexico?
  • Beverly Hills'ta Hamburger Heaven diye bir yerde yemek yerken yan masadaki bir müşteri: What happens in Hamburger Heaven stays in Hamburger Heaven! (Emre'nin "what happens in vegas stays in vegas" t-shirt'ünü görünce)
  • Easy Rider abiler: Hey, they wanna rattle up some photos! (çok kral olduğunuz için sizinle fotoğraf çektirmek istiyoruz dedikten sonra)
  • LA turundaki zenci rehberimiz: Ashton, did you hear that? (Arkada oturan birine sorduğu soruya eleman çok mıy mıy cevap verdikten sonra, bana dönüp)
  • LA turundaki zenci rehberimiz: Damn!... Are they men? (kırmızı ışıkta durduğumuz bir yerde, arabadaki herkes kenardaki telefon kulübesinde telefonla konuşan sırtı dönük latin kızlara kitlendiği sırada, kızlara dönüp)
  • Angels & Kings’teki güvenlik: Show this photo to the girls inside, they’ll all go like “oh how cute!” (pasaportumdaki meşhur fotoğrafı gördükten sonra)
  • Luxor'daki Fantasy şovunda sahne alan komedyen & şarkıcı: You guys must see your faces man! (kadın kılığında sahneye çıkıp aşırı komik bir şekilde ve bayan ses tonuyla şarkıyı söylerken, bir ara kendi sesine dönüp, gülmekten kırılmakta olan kalabalığa)
  • Liz (Luxor'da havuzda takılan bir bayan): I was in California the other day... God, California was cold! (Kavurucu Las Vegas güneşinin altında, nereden geldiğimizi öğrendiğinde)
  • Kameron: You have a bigger smile on your face than the one you had before you picked up the bike! (Road King'i park edip anahtarını teslim alırken - kesinlikle doğru!)
Rotamız şu şekilde oldu (resmin üzerine tıklayın):


Rota, tüm Kuzey Amerika kıtası üzerinde ise şu kadarlık yer kaplıyor (resmin üzerine tıklayın):