Translate

23 Ekim 2009 Cuma

Dün gece büyülendim


Dün gece Beyoğlu Hayal Kahvesi'nde Jülide Özçelik konserine gittim. Öncelikle şunu belirteyim ki sigara yasağı müthiş birşey. Kapalı alanlarda sigara içilmesi yasaklandıktan sonra ilk kez kapalı bir bar konserine gittim ve eve döndüğümde üstüm başım saçlarım sigara kokmuyordu ki bu hayat standartlarımızda ciddi bir yükselme demektir.

Saat 10:45 gibi konser başladı. Albümde olmayan bir parçayla girdiler: Vitrin. Bir Özdemir Erdoğan eseri. Ardından albümden şarkıları sıraladılar Jülide ve ekibi; Mecnunum Leylamı Gördüm, Geçti Dost Kervanı, Anan Var Midur, Kendinle Kalırsın, Kara Toprak ve daha nice. Son olarak da bis tadında Yalan Dünya'yı çaldılar ve 00:15 gibi veda ettiler.

İki saatlik çok kaliteli bir gece yaşadığımı söyleyebilirim. Yalnız gidiyorum diye sıkılacağımdan korkmuştum (konseri beklerken biraz da sıkıldım açıkçası) ancak sahnedeki performans öylesine büyüledi ki beni, iyi ki gitmişim dedirtti. Jülide'ye eşlik eden müzisyenler de (Cem Tuncer (g), Ercüment Orkut (p), Kağan Yıldız (b), Ediz Hafızoğlu (d)) enfesti. Hepsi görevini fazlasıyla yaptılar ve muazzam bir performans sergilediler. Hayal Kahvesi de sevdiğim bir bar. Kaliteli. Bir de içkilerin fiyatları biraz daha ucuz olsa :)

Jülide Özçelik herkese şiddetle tavsiye ettiğim, fakat konserine gitmeye kimseyi kandıramadığım bir müzisyen. Gerçi bu herkesin içinin geçmiş olmasından kaynaklanıyor.

Kendisinin yeni albümlerini hevesle beklemekteyim.

16 Ekim 2009 Cuma

Atatürk'ün motosikletli tek fotoğrafı


Bu fotoğrafı daha önce bir dergide görüp kesmiş ve panoma yapıştırmıştım. Taşınmalar sonucu bu fotoğraf hasar gördü, nette ne kadar iyi ve kötü aradıysam da bulamadım. Bugün tesadüfen Motoplus'un sanal galerisinde denk geldim.

Stroke it

Stroke it, mouse'un sağ tuşuna basılı tutarak yaptığınız hareketi algılayıp, bu harekete atanmış olan komutu çalıştıran bir program. Her türlü komutun atanabileceği bu programı kullanmak da oldukça kolay.
Örnek vermek gerekirse, mouse'un sağ tuşuna basılı tutarak bir C çizdiğinizde, aktif olan pencereyi kapatıyor. Veya sağ üstten sol alta doğru bir çizgi çektiğinizde aktif pencereyi minimize ediyor. M çizdiğinizde windows'un default mail programını açıyor. Bunun gibi bir dünya aksiyon var.
Stroke it'in öğrenme yeteneği de var. Mevcut mouse hareketleri dışında bir hareketi öğretebiliyorsunuz.
Mouse hareketlerine atayacağınız aksiyonların sayısı sınırsız. Custom hareket tanımlanabiliyor. Örnek vermek gerekirse, outlook'u açıp mailleri kontrol eden sonra facebook'u ve birkaç üye olduğum siteyi de açıp hepsine tek tek login olan custom bir aksiyonum var. Kendi üzerindeki aksiyonlardan seçme yapamadığınız ama windows'a göndereceğiniz mesajın kodunu biliyorsanız kendi WinMSG mesajınızı da oluşturup bir aksiyona atayabilirsiniz.
Her programa özgü hareket de tanımlanabiliyor. Yani sola doğru çizilen çizgi Internet Explorer'da "geri" komutuna denk gelirken, winamp'te bir önceki şarkıyı çal, başka bir programda ise kendi atadığınız başka bir komuta denk gelebiliyor.
Bütün bunları sağlayan bu programın harcadığı memory ise komik. Şu an baktığımda 960K olduğunu görüyorum. Memory'ye göre sıraladığımda alttan 6.sırada.
Program bedava. Şu adresten temin edilebilinir: http://www.tcbmi.com/strokeit/
Stroke it benim için vazgeçilmez bir program. Yüklü olmayan başka bir bilgisayara oturduğumda mouse sağ tuşa basıp saçma sapan hareketler yapmama bile sebep oluyor :)

15 Ekim 2009 Perşembe

Bir kuş hikayesi

Bir kuş soğuk bir kış gününde yiyecek bulabilmek için kanat çırpıp duruyormuş. Hava o kadar ayazmış ki minik kuş dayanamayıp karın üstüne düşmüş.
Kuş çaresiz, soğuk karın üstünde ölümü beklerken ordan geçen bir inek kuşun üstüne sıçmış. Kuş öyle bi sinirlenmiş ki, kanatları donmamış olsa, kalkıp ineği dövecek.. bi de bakmış ki bokun sıcaklığı ile kanatları çözülmüş, yaşama geri dönmüş.
Öyle bi sevinçle ötüyomuş ki, ordan geçen bi kedi de bunun sesini duymuş ve boku eşeleyip kuşu çıkarmış.
Kuş buna çok sevinmiş, tam kediye teşekkür edecekmiş ki, kedi onu yemiş..

Çıkarılacak Sonuçlar:
1.Her üstüne sıçanı düşman sanma
2.Seni her boktan çıkaranı dostun sanma
3.En önemlisi: BOKUN İÇİNDE MUTLUYSAN SESİNİ ÇIKARMA.

Motosiklet Hayattır

Yazı kimin hala bilmiyorum. Büyük bir kitle Murat Z. Özbilgi'nin diyor ki benim de kanım bu yönde. Benim çok hoşuma giden bir yazı. Ben bunu Murat Z. Özbilgi adıyla alıntı yapacağım. Buyrun:

Motosiklete bin oğlum, çünkü motosiklet hayattır
.

Birçok babanın korkusu oğlunun motosiklete binmesidir. Ölümden ve başka her türlü tehlikeli durumun çocuklarının başına gelmesinden korkarlar. Benim senin başına gelmesinden en çok korktuğum şey ise hayatın zevklerini almadan yaşayan bir eğreltiotu olmandır. Eğer yapmak istediğin şey orada duruyorsa ve aranızda bir tehlike dikilmişse, senin yapman gereken o tehlikeyi bertaraf edip, istediğin şeye ulaşmaktır. İşte bunu yapamazsan hayatın ancak bir eğreltiotununki kadar heyecanlı olabilir.

Motosiklete bin oğlum, ama dikkat et, motosiklet tehlikelidir.

O tehlikenin üzerine aptal gibi gitme. Unutma Sun Tzu der ki; “kötü komutanlar önce savaşa girer, sonra nasıl kazanacağını düşünürler; iyi komutanlar önce nasıl kazanacağını bulmadan savaşa girmezler”. Önce viraja girip de sonra nasıl çıkacağını düşünen aptallardan olma.

Tehlikeleri en küçüğüne kadar bertaraf et. Hep tam koruma kullan, bakımsız motorla yola çıkma, alkollü ya da yorgun binme, kafan bozukken taksi tut, bilmediğin yolda risk alma, diğer araç sürücülerinden köşe bucak kaç. Tehlikeleri nasıl dibine kadar bertaraf edeceğini bilemiyorsan sakın motosiklete binme, çünkü o zaman bu işi beceremezsin demektir.

Motosiklete bin oğlum, çünkü motosiklet aşktır.

Sadece kızlardan bahsetmiyorum, motosiklet macerası yaşam aşkıyla doludur. Güneşi batıracağın yeri bilmek, üzerinde yaşadığın toprakları karışı karışına gezmek, her yaş ve meslekten insanla yolunu paylaşmak ve bindiğin makinenin üzerinde sanki çığlık atarmış gibi kopup gitmek, hayatı dibine kadar yaşamak, ancak bu araçla mümkündür. Motosiklet macerasının içinde yaşam aşkı olmayan insanların tek yaptığı ise teknik detayları birbirlerine anlatarak kocaman, yararlı ama sıkıcı bir ansiklopediyi yaşayıp gitmektir. Aşkın ucunu bırakma, heyecanlı ve renkli ol, sıkıcı olma. Sıkıcı olacaksan arabaya binip, haftasonları futbol, akşamları ana haber seyrederek yaşayabilirsin, motosiklete ihtiyacın yok. Günü yakalamayı bil oğlum, motosiklet senin yaşama enstrümanındır.

Kızlardan bahsetmiyorum dediysem, o kadar da demedim tabi. Hani bazen pembe bir vespa üzerinde pembe kaskla kuğu gibi giden pembe pantolonlu bir kız görürsün ya? Git yanaş, merhaba de ona. Orta parmağı gösterirse, kıza efendi gibi bir selam çakıp gazla bana gel, ensene bir tane patlatayım, sonra bira içmeye gideriz. Hayatı böyle yaşayacaksın işte, öküz gibi, ödlek gibi değil. Hem efendiliğini bozmayacaksın, hem de çılgınlığını koruyacaksın.

Ha hoşlandığın bir kız mı buldun? At motorunun arkasına, Datça’ya götür onu, Knidos’un sularıyla yıka. Can Yücel’in en sevdiğin şiirlerini okurken batan güneşi izlet ona, Domuzbükü’nde yıldızları ört üstüne uyusun. Sonra bu macera için bana teşekkür edeceksin.

Motosiklete bin oğlum, çünkü motosiklet isyandır.

İnsanlık tarihi popüler kültürler ve onlara tepkiyle gelişen kültlerle doludur. Rock tarihi, 68 kuşağı, Avrupa bohemleri, Beatnick’ler hep aynı heyecanla tutuştular. Bugün bu ateş bir miktar sönmüş görünse de sen buna aldanma. İnsanoğlunun doğasında isyan vardır ve motosiklet bunun dışavuruluş şekillerinin en güzellerinden biridir. Motosiklet bir ulaşım aracı değildir, bir isyan aracıdır, bunu kafandan çıkarma.

Hayatın rutinlerine dikkat et oğlum. Efendi ol ama içindeki serseriyi korumayı bil, akşam eve gelince takım elbiseni çıkarıp deri montunu giy. Her zaman kravatın olabilir ama hiç yuların olmasın, her zaman bir patronun olabilir ama hiç efendin olmasın. Eğer seni zincirliyorlarsa o patronu, arkadaşı ya da sevgiliyi dehleyip, kravatı çöz, kol saatini fırlatıp at, gemileri yakmayı bil. Hayatımda tanımaktan keyif aldığım insanların neredeyse hepsi, günü geldiğinde hayatında radikal değişiklikler yaparken gözünü kırpmamış insanlardır. Ve bu insanların neredeyse hepsi motorcudur.

Motosiklete bin oğlum, çünkü motosiklet dostluktur.

Bir motosiklet grubuna mutlaka gir. O motosiklet grubunun içerisindeki bir kavgaya ise asla girme. Unutma ki insanın olduğu yerde sevgi de vardır, kavga da vardır. Toplumdan soyut yaşama, yolu paylaş. Ama kimliğini de kaybetme, yolunu şaşırma. Toplumun içinde dur, ama tek başına ayakta dur, sonuçta yol yalnız senin yolundur unutma.

Herkesle konuştuğun gibi, her tip motora da bin, tutucu olma. “Chopper gitmiyor, dönmüyor” diyenleri takma, altındaki V motorun ritmiyle dans etmeden isyanın ruhunu anlayamazsın. Sıkı bir enduroyla off-road yapmadan doğaya fazla kavuşamazsın. İbrende bir kez olsun 200’leri görmeden de adrenalin seni ilk defa içki içmiş 15 yaşındaki kız gibi sarhoş eder durur. Herkesi dinle ama hiçkimseye kulak asma. Motosiklet türlerinin her biri farklı amaçlarla üretilmiştir, birini seçeceksen seç, ama hepsiyle barışık ol, hiçbirinin fanatiği olma.

Motosiklete bin oğlum, çünkü ben hep motosiklete bindim.

Ve şu hayatımda yaptığım en iyi şeylerden biri bu. Tek bir dakikasından bile pişman değilim ve iyi kötü her maceramın kıymetini bildim. Hayatta öğrendiğim birçok şeyi bu iki tekerlekli cansız makineden öğrendim.

Motosikletle yaşa oğlum ve aradan yıllar geçerse ve ben motosiklete binemeyecek durumda olursam, gel bana maceralarını anlat, nereleri keşfettiğini, kimlerle hırlaştığını, kimlerle dost olduğunu, hangi şarabı kiminle içip, hangi güneşi nerede batırdığını.

Eğer ben ölmüşsem de çok önemseme. Motor üzerinde ölmüşsem neden pişman olmadığımı anlayacak tek kişi sen olacaksın. Eğer ölmemişsem şu pembeli kıza sor bakalım ablası var mı?

Sana bırakacağım en büyük miras, işte bu hayat rehberi, motosikletli hayatın ta kendisidir.

Motosiklete bin oğlum, çünkü motosiklet hayatın ta kendisidir.
 
Murat Z. Özbilgi

13 Ekim 2009 Salı

Günün fıkrası

Rus fizikçiler yerin 100 metre altında bakır tel bulduklarını, bunun ise atalarının bundan 1000 yıl öncesinde telefon şebekelerinin olduğunu kanıtladığını duyururlar.
Bu olaydan 1 hafta sonra Amerikan gazetelerinde ilginç bir manşet yer alır: Amerikan bilim adamları yerin 200 metre altında 2000 yıl öncesine ait fiber-optik hatlar bulduklarını, bunun ise, Amerikan toplumunun Ruslardan 1000 yıl öncesinde gelişmiş dijital haberleşme sistemleri olduğunu söylerler.
Bir hafta geçmeden Trabzon, Araklı'da da yerel TAKA gazetesinde yeni bir manşet: Trabzonlu bilim adamlarının yerin 500 metre altına kadar kazdıklarını
ve hiçbirşey bulamadıklarını, bunun ise atalarının 5000 yıl öncesinde kablosuz (wireless) iletişim sistemlerini kullandıklarını söylerler...

Engelleri Kaldır



Her şey “insan” olmakla başlar. Hepimiz aynı şekilde doğduk, aynı şekilde doyduk, çocuk olduk. Sonra büyüdük, olduk. Kadın ve erkek olduk. Yaşlı ve genç. Özgür ve tutuklu. Siyah ve beyaz. Farklı sıfatlar verildi her birimize: uzun, kısa, şişman, güzel, çirkin, “engelli” olduk. Eşit olamadık bir tek. Hani herkes eşitti hayatta?! Neden bazıları daha eşittir ki bu hayatta!

Sen… Sokağa çıktığında kaç tane engelli ile karşılaşıyorsun? Karşılaştığında ne düşünüyorsun? Bir şey düşünüyor musun? Türkiye nüfusunun yüzde kaçı engelli biliyor musun? Sokakta bir engelli görmek için kaç engelin var farkında mısın? Peki onların nasıl yaşa(yama)dıklarının?

Büyüdüğünde kim olursan ol, ne yaparsan yap eşit yaşamak için çalışan insanlar var burada! Her insanın birçok engeli ve bir kalbi var. Kalbini engelleme, engelleri kaldır!

Eğer sen de insan olmayı önemsiyor, “bir engel de ben olmayayım” diyorsan;

http://www.engellerikaldir.com'a girerek destekleyenlere kendi adını ekleyerek hassasiyetini gösterebilir, facebook grubuna tüm listeni davet edebilir, msn iletine web site adresini yazabilir, blog veya sahip olduğun mecralarda konuya yer verebilir, konu hakkında fikir ve önerilerini e-posta gönderebilir, sponsor olabileceğini düşündüğün tanıdıklarına konuyu paylaşabilirsin.

Gün gelecek, herkes önce "insan" olacak…

Engelleri Kaldır Hareketi
www.Engellerikaldir.com

9 Ekim 2009 Cuma

Over The Rainbow

Rainbow elemanlarından kurulu Over The Rainbow, 7 Ekim 2009'da Türkiye'de bir konser verdi. Evet, ve o Çarşamba benim için unutulmaz bir güne dönüştü.

O Çarşamba'dan bir gün önce Erdem o günün Jürgen'in doğum günü olduğunu söyledi. Ben de apar topar atladım motosikletime gittim Taksim'e. Jürgen'e Ortaköy temalı küçük bir taş üstüne kabartma tablo aldım. Diğerlerine de birer tesbih ve kitap ayracı aldım. Bir kutu da Hacı Bekir lokumu :)

Çarşamba günü iş çıkışına kadar devamlı ve sadece Rainbow dinledim. Defalarca... İş çıkışı arabama atlayıp Refresh The Venue'ye ulaştım. Erdem'i aradım çok yoğundu sonra ara dedi. Ben de Güneş'i aradım, tam zamanında aramışım. Geldi beni kapıdan aldı. İçeri girdik, Over The Rainbow'un tonemeister geldi ve soundcheck başladı. Etrafta bir hayli tanıdık sima vardı. Önce OTR sonra da Saints 'n' Sinners'ın soundcheck bitti ve çılgın kalabalık içeri alınmaya başlandı. Millet önlere hücum ederken güvenliğin "yavaş! yavaş!" diye kollarını açıp milleti yavaş-latmaya çalıştığını hatır-lıyorum :) Komikti.

Denizler (SNS) başladılar, gayet de iyi giderken Erdem beni kulisten arayıp çağırdı. Ben de hediyelerimi kapıp kulise koştum. İçeri girdim, önce Jürgen'e hediyesini verdim. Çok beğendi. Aralarında en babacan olan Jürgen'di. Onunla fotoğraf çekerken Paul doğum günü çocuğuna sızlanmaya başlamıştı. "Merak etmeyin hepinize birşeyler var" diye onu sakinleştirmek bana düşmüştü :)

Jürgen'e tesbihini de verdim ve tesbih çevirmeyi öğrettim. O esnada Bobby gelmiş tesbihi Jürgen'in elinden almaya çalışırken Jürgen ondan "bırak benimkini sana da vericek" diyerek tesbihini sakındı. Ne sıcak bir ortam!

Diğerlerine de hediyelerini verdim fakat Joe'yu göremi-yordum. Arkamı döndüm ve Joe ordaydı, Punk Levent'le fotoğraf çektiriyorlardı. O fasıl bitince ona da hediyesini verdim çok beğendi. Sonra-sında bile bana gelip hala "this is very nice actually" diyordu. Film gibi adam şu Joe :)

Millet yavaş yavaş dağılmaya başlıyordu ki aklıma lokum geldi. Ama herkes ayrı bir telden çalıyordu. Gözüme Paul'ü kestirdim ve lokumu ona verdim. Üzerindeki tüm yazıları okudu ve "o bunda hurma varmış, nice!" dedi :)

En son tüm grupça bir fotoğrafımız olsun diye grubu toparlamaya çalışırken herkes bana "sen diğerlerini ayarla ben gelirim" diyordu. Anladım ki iş Joe'yu toparlamakta bitiyor :) Joe o esnada Jürgen'in gömleğinin kollarını kıvırıyordu. Yaklaşık 10-15 kez "hadi Joe bırak şu işi sonra da yaparsın ben gidicem" dedim ve Joe Jürgen'in tek kolunu bitirdikten sonra dayanamayıp "OK let's get this photo thing done before you get the hell outta here, come on" diyerek grubu toparladı ve güzel bir fotoğraf çektirdik.

Kulisten iki not aktaracağım. Birincisi: Greg devamlı hiçbiryere bağlı olmayan bir bas gitar çalıyordu. İkinicisi ise: Joe'nun boynunda haç ve Arapça Allah kolyeleri yanyana yer alıyor.

OTR'un sahne almasına kısa bir süre kala kulisten ayrıldım. Mutluydum. Sahneye çıktıklarında ise mutluluğum ikiye katlandı. Konseri mikser alanından izledim. Tüm istediğim şarkıları dinledim, bütün klasikleri çaldılar: Eyes Of The World, I Surrender, Can't Happen Here, Man On The Silver Mountain, Gates Of Babylon, All Night Long, Since You Been Gone, Kill The King, Long Live Rock 'n' Roll ve daha bir sürü...

Benim için çok mutluluk verici bir geceydi. Hala devamlı olarak Rainbow dinliyorum. Ritchie, Dio, Cozy Powell gibileri olmasa da Over The Rainbow iyi bir Rainbow...

Teşekkürler Mood-Pro.

6 Ekim 2009 Salı

Son okuduğum kitap: Natsuo Kirino - Grotesk

Gayet sürükleyici, leziz bir eser. Kirino, alışılmışın dışındaki hayatları başarıyla aktarabilmiş. Zaman zaman ana konudan sapsa da, okuyucuyu sıkmıyor ve dikkatini dağıtmıyor. 670 sayfalık romanda bir an olsun dağılmadım. Anlatım o kadar güçlü ki (tabi çevirmenin de büyük başarısı söz konusu) hikayeyi 4 ayrı kişinin ağzından dinledikten sonra kendi kendime yorum yapmaya, bu kişilerden bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamaya başladım. O kadar kanıksattı yani karakterleri.

Tanıtım bültenindeki yazıyı paylaşacak olursam:
Çıkış adlı romanıyla Türk okurlarıyla tanışan ve büyük beğeni kazanan Natsou Kirino ikinci romanı Grotesk ile bir kez daha karşınızda... Tokyo'nun ayrı semtlerinde, bir yıl arayla, aynı şekilde öldürülmüş iki kadının cesedi bulunur: tam zamanlı bir fahişe olan Yuriko Hirata ve gündüz bir işkadını, gece ise fahişe olan Kazue Sato. Hikâyenin anlatıcısı Yuriko'nun ablasıdır ve Yuriko'dan nefret etmektedir. Babaları İsviçreli anneleri Japon olan iki kardeş (mükemmel güzellikte bir küçük kardeş ve tam anlamıyla Japona benzeyen bir abla) daimi bir rekabetin içindedir ve hiçbir şekilde birbirleriyle anlaşamazlar. Yalnızca Yuriko'dan değil her şeyden nefret eden abla, her ne kadar alınan notlar önemliymiş gibi görünse de, güzelliğin ve paranın ana ölçüt kabul edildiği saygın Q Kız Lisesi'ne gitmek için Japonya'da dedesiyle birlikte kalırken, ailesinin diğer fertleri İsviçre'ye yerleşir. Ancak birkaç yıl sonra annelerinin intiharı üzerine Yuriko da Japonya'ya gelir ve güzelliği sayesinde Q Lisesi'ne girer. Böylece Yuriko, ablası ve onlarla aynı okulda okuyan Kazue'nin yolları kesişir. Ablasının ucube olarak nitelendirdiği Yuriko inanılmaz güzelliğiyle -kadın ya da erkek- herkesi etkisi altına almaktadır ve o yıllarda bunu geçim kaynağı haline getirmeye karar verir. Yuriko'nun etkisinde kalan Kazue de ona yakın olabilmek için Yuriko'nun ablasıyla arkadaş olur. Diğer yandan Yuriko'nun bu çekiciliğinin yarattığı etkilerden dolayı hayatı boyunca dışlanmış olan abla öfke içindedir ve kendini kötülüğe adayıp bu yolda her şeyi yapar. Kazue ise üniversiteyi bitirip ülkenin önemli şirketlerinden birinde müdür yardımcısı olur, ancak bu onun için yeterli değildir. Hayatının eksik kaldığını düşündüğü yanını fahişelik yaparak tamamlamaya kararlıdır. Yuriko ve Kazue güce sahip olmak için diri vücutlarını kullandıkları bu yolun sonunda gerçek birer ucubeye dönüşerek hikâyelerini tamamlarlar. Ablanın ağzından anlatılanların yanı sıra Yuriko'nun, Kazue'nin günlüklerinden ve cinayet zanlısının itirafnamesinden de bölümlerin yer aldığı kitapta, bir yandan kadınların ve erkeklerin dünyasında güç, kontrol, cinsellik, bağımlılık, 'nefret ve karmaşa'nın farklı hallerine değinilirken, diğer yandan günümüz Japon toplumu masaya yatırılıp en karanlıkta kalan noktaları gün ışığına çıkarılıyor. Hikayenin anlatıcısının, 'Çürüme sürecini başlatmak için su gereklidir. Bence, kadınlar söz konusu olduğunda, su erkeklerdir, ' sözüyle de böylesine karmaşık bir dünyada kadının ve bu dünyayı yöneten erkeğin rolünü tarif ediyor Kirino. Bir gerilim romanı olmaktan öte, bireyin ve toplumun sert bir şekilde sorgulandığı bambaşka bir türe ait olan Grotesk okuyucunun kendi toplumunu da masaya yatırmasını sağlıyor. Gayet ustalıkla ve doğrudan bir anlatımla ilk sayfadan son sayfaya kadar okuyucuyu diken üstünde tutmayı başarıyor.

Kitapyurdu'ndan sipariş vermek için buraya tıklayabilirsiniz.

5 Ekim 2009 Pazartesi

Asıl sen kimsin?

Telefonuma ilginç bir mesaj geldi: "sen ne yapıyorsun" aynen böyle yazıyordu. Numarası çıktı fakat rehberime kayıtlı değildi. Kim olduğunu çözemedim, tabi ki aklıma bir kaç kişi geldi. "Nasıl napıyorum?" diye cevap attım. Gelen cevap ilginçti: "Ee". Ben de "?" diye bir mesaj atınca verdiği cevap ise absürddü: "kimsin". Haydaa... Sen kimsin? Aynen böyle dedim "Asıl sen kimsin? Rehberime kayıtlı değilsin ve napıyorsun diye soran sensin". Sanırım böyle bir cevabı beklemiyordu ki "yalnışlık olmuş" dedi. Üstünde durmadım cevap da vermedim. Ama ısrarcıydı, "özür dilerim yalnışlık olmuş" diye bir mesaj daha attı. Kısaca "sorun değil" dediğimde de susmadı fakat bu son mesajı oldu: "Üzgünüm".
Acaba hangi önemsiz bulup da telefonunu rehberimden sildiğim kişi telefonunu silmiş miyim diye öğrenmek istedi?

Doğa İçin Çal

Bence harika bir proje olmuş. Doğa İçin Çal'ın sitesine bu linkten ulaşabilirsiniz.


Doga icin cal ! / Divane Asik Gibi - Official Video from Doga icin cal on Vimeo.